1. Kısaca .. Osmanlı İmparatorluğu

Osmanlı Devleti veya Osmanlı İmparatorluğu Osmanlıca: دولتْ علیّه عثمانیّه Devlet-i Âliye-yi Osmâniyye 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş bir Türk devletidir. Tarihçi Halil İnalcık, 27 Temmuz 1302 Koyunhisar Savaşı (veya Bafeus Savaşı)'nı devletin kuruluş tarihi kabul etmektedir. 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nin yıkılışının ardından kurulan ardıl devletlerin arasında (o dönem bağımsız kalan tek devlet olarak) başlıca ardıl devlet olarak kabul edilmektedir. Arnold Joseph Toynbee gibi bazı tarihçiler ise Türkiye'nin (başlıca ardıl olmak bir yana) tek ardıl devlet sayılması gerektiğini savunurlar.

Devletin kurucusu ve Osmanlı Hanedanının atası olan Osman Gazi, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandır. Devlet, Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde kurulmuştur. Buna karşın Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı'nın 1299'da Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Bafeus Savaşı sonrasında devlet niteliğini kazandığını iddia etmiştir, Osmanlı'nın Yalova'da kurulduğu iddiasına Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu da destek vermiştir. İstanbul ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Bizans İmparatorluğu'nu yıkmış, bazı tarihçilere göre bu Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. Osmanlı Devleti gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı (ve 1553'te Fas kıyıları'na, doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi'ne, kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre, Somali ve Yemen'e uzanmaktaydı. Osmanlı Devleti 29 eyaletten ve vergiye bağlanmış Boğdan, Erdel ve Eflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Devlet zaman zaman denizaşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur. Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote (1585), Madeira (1617), Vestmannaeyjar (1627) ve Lundy (1655) bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Devlet altı yüzyıl boyunca Doğu dünyası ile Batı dünyası arasında bir köprü işlevi görmüştür. Hakimiyeti altında bulunan topraklarda yaşayan halklar zaman zaman, toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır. Genel olarak din, dil ve ırk ayrımından uzak durduğu için yüzyıllarca birçok devleti ve milleti hakimiyeti altında tutmayı başarmıştır. Osmanlı Devleti, eski Türk örf ve adetlerinin ve İslam kültürünün yükümlülüklerinin doğrultusunda bir yönetim şekli belirlemiştir.

2. OSMAN GAZI

Babası: Ertuğrul Gazi
Annesi: Halime Hatun
Doğum Tarihi: 1258
Vefat Tarihi: 1326
Saltanat Müd.: 1281-1326
Türbesi: Bursa'dadtr.

Osman Gazi'nin Emirliği

Ertuğrul Bey'in vefatı üzerine, Kayı Kabilesi'nin ileri gelen­leri toplandılar Gazi Osman Bey'i seçtiler. Osman Bey'İn kar­deşleri ise, bu seçime gönülden bir bağlılıkla katıldılar. Ne var ki, Osman Bey'in seçilmesi, amcası Dündar Bey'in canı­nı sıktı. Başa geçmek için birtakım çalışmalara girdiyse de, Osman Bey'in seçilmiş olması, Selçuk Sultanınca da tasvib ve tasdik gördüğünden, bu çalışmalarında başarıya ulaşa­madı. Fakat bun hazmedemeyen Dündar Bey, Osman Bey'in işlerini aksatmak İçin O'nun düşmanlarıyla bile işbirliği yap­maktan çekinmedi...

Üç Rüya

Devlet-i ebed müddet, yani Osmanlı Devleti'nirV-İ'lây-ı Ke-limetullah için kurulup, gelişerek dünyanın üç kıtasına hakim olacağının müjdecisi olan üç rüyadan da söz etmeliyiz.

Ertuğurul Bey, birgün Söğüt civarına dolaşırken, geceyi bir köy imamının evine geçirmesi icab etmiş. Ertuğrul Bey'in oturduğu yerin arkasındaki dolapta imam efendinin Kur'an-ı Kerimi bulunuyormuş İmam Efendi telaşla Kur'an-ı Kerimi alıp yüksek bir rafa kaldırmış. Okuma-yazma bilmediği riva­yet edilen Ertuğrul Bey ise:

— O ne kitabıdır? diye sormuş İmana Efendi de:

— Allah (c.c)'ın, peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Haz-retleri'ne bildirdiği Kur'an-ı Kerim'dir; bütün in ahkâmı onun içinde yazılıdır, diye cevap vermiş. Bir süre daha sohbet et­tikten sonra, İmam Efendi müsaade isteyip misafirini yalnız bırakmış.

Ertuğrul Bey, namazını kıldıktan sonra, Mushaf-ı şerife dö­nerek ellerini bağlamış ve sabaha kadar öylece ayakta durmuştur. Sabaha karşı yorulupta yastığına dayanıp kendinden geçtiği bir sırada Allah (c.c) tarafından rüyada kendisine «Sen benim kitabıma bu kadar hürmet ettin, ben de senin evladımda ta kıyamete kadar devam edecek bir saltanatla kutladım.» diye bir ses gelmiş Ertuğurul bey uyandığında bu rüyayı imama söylemiş ve bir süre sonra da oğlu Osman Bey'e anlattığı rivayet edilir.

İkinci rüya ise; Ertuğrul Bey'in, Osman Gazi doğmadan evvel Konya'ya gidişlerinden bir keresinde, gece rüyasında; evinin ocağından tatlı bir su çıkarak, oba oba bir büyük'de­niz olup her tarafı kaplamış. Ertuğrui Bey, Sutan Alâaddin'in Başkâtibi, zamanın büyük alimlerinden Abdülaziz Efendi'ye rüyasını anlatmış. O da: «Yakında senin bir oğlun doğacak ve O'nun saltanatı alemi kaplayacak» diye tabir etmiş. Az bir müddet sonra da Osman Gazi'nin doğduğunu bazı tarih ki­tapları yazar.

Osman Bey, aslen Karaman'lı olan, tahsil için Şam'a gidip sufiyye mesleğine intisab ederek dönen ve Söğüt'te halkı ir-, şada başlayan büyük alim Şeyh Edeb Ali Hazretleriyle görü­şür ve O'nun teveccühünü kazanmaya çalışırdı. Birgün Şey-h'in kızı Mal Hatun'u başka kızlarla beraber gezerken görür ve aşk ateşi kalbine düşer. Fakat Şeyh Edeb Ali'ye ayıp ol­masın diye bu aşkını üç sene sakladı. Şeyh Edeb Ali'nin tek­kesinde misafir kaldığı akşamların birinde bir rüya gördü. Şeyh'in koynundan bir ay çıkıp kendi koynuna girmişti. Gö­beğinden bir ağaç peydah olup, dalları bütün dünyayı kapla­mıştı. Edeb Ali'ye bu rüyayı anlatan Osman Bey, şu cevabı almıştı;

Sen bana damat olacaksın ve büyük, uzun ömürlü bir devlete kavuşacaksın.» Daha sonra kızı Mal Hatun'u Osman Bey'le evlendirdi. Alâaddin ve Orhan adındaki oğulları Mal Hatun'dan doğmuşlardır.

İşte bu üç rüya, Osmanlı Devleti'nin İslâm fetihleri (zafer-ieri) için kurulacağını müjdeleyen ilâhi işaretlerdir.

Yine meşhur bir alim ve tarihçi olan Bitlis'li İdris der ki: Kumral Abdal adında bir gönül ehli vardı. Yenişehir taraf­larında otururdu. Dervişleriyle Rum köylerine akın eder, gaza yapardı. Bir gün Allah yolunda ehl-i halden büyük bir zatla görüştü.

Bu zat, Kumral Abdal'a: «—Allah-u Teâlâ, Osman Gazi'ye kıyamete kadar devam edecek bir büyük devlet ihsan etti, git müjdele!)» diye emretmiş, Kumral Abdal, Osman Gazi'yi tanımıyordu. O mübarek zat Kumral'a, Osman Gazi'nin çeh­resini tarif etmiş... Kumral Abdal da bu alâmetlerle Osman Gazi'yi bulup müjdeyi vermiş.

Müjdeyi alan Osman Gazi, «—Şimdiki halde bîr kilsçja, bir maşrabamdan başka şeyim yoktur.» deyip, onları Kumral Abdal'a vermiş. Kumral, maşrabayı alıp, kılıcı geri vermiş ve böylece kılıç fetihlerini müjdelemiş.

Osman Gazi, çok sonraları Kumral Abdal'a bir zaviye yap­tırmış ve Yenişehir civarında kendisine tarlalar vakfetmiştir.

Bütün bu zikrettiğimiz manevi müjdelerin en dikkat çekeni de Şeyh-i Ekber Muhiddin-i Arabî Hazretlerinin, Osmanoğul-iarı'nın çıkacağını 70 sene evvelden cifir ilmi denen ve ince hesaplarla yapılan bir ilimle keşfederek, ona dair «Şecere-tü'n-Nu'maniyye Devlet'il Osmaniyye» adlı bir eser yaza­rak, Ali Osman Halifelerinin^bİrincisi Yavuz Sultan Seİim Hazretieri'nden başlayarak, Osmanlı Devletinin büyük vaka­larını, Cifir İlminin kelimeleriyle ifade etmişti

Bütün bu yazdıklarımız, Osmanlı Devleti'nin Cenab-ı Hak­kın murad-i ilâhîsine nail, evliya-ı kiramın muavenetine layık bir devlet oluşunun ve onun kurucusu Osman Bey'in kalp gözünün açık bir zat olduğunun ispatıdır.

Gazi Osman Bey'in Çalışmaları

Osman Gazi'nin beyliğe seçildiği sıralarda, Konya Selçuk­lu sultanlığı inkıraza (yıkılmaya) yüz tutmuş ve büyük karı­şıklıklar içinde bulunuyordu.

Osman Gazi, yukarıda anlatılan manevi müjdelerin mana­sını müdrik bir bey olarak siyasetini, o müjdelerin istimatine göre tanzim ediyor, büyük bir vazifeyi devralmanın ve onu devam ettirebilmenin, kılıç kuvvetine dayanacağına inanı­yordu. İşte bu karışık devrede kuvvetlenebilmek için etrafın­daki tekfurlarla iyi geçinmeye gayret ediyordu.

İnegöl tekfuru Nikola, Osman Gazi'nin bu patırdılara karış-mıyarak kuvvetlendiğini hissediyor ve kuvvetlendikçe kendi­si de dahil her yeri ele geçirip hükmedeceğini anlıyordu. Bu­nu önlemek için diğer tekfurlarla ittifaka girişti.

Osman Gazi, derviş ve sevenleri vasıtasıyla bunu haber alınca, bunlarn birleşmelerini önlemek üzere İnegöl'ü fethet­meyi düşündü. Bu maksatla H. (683) (M. 1284) senesinde İnegöl yakınına bulunan Kolcahisar'i basarak, kaleyi yıktı ve birçok ganimetle geri döndü.

Nikola, komşusu olan Karacahisar Tekfuru ile birleşerek büyük bir ordu meydana getirdi. 120 kadar süvarisi ile Ham-za bey köyü yakınındaki Ermeni Beli denen yerde bulunan Osman Gazi'nin yonulu kesti. Kılıç kılıca çok sert bir cenk başladı. Çok kalabalık bir düşman ordusuyla çarpışan İslâm mücahidleri zor anlar geçirdiler. Hatta bu arada mücahidlerin ünlülerinden Bay Hoca şehadet şerbetini içince, bir şaşkınlık meydana geldiyse de, nusret ve zafer; sabrden ve Allah için cenk edenlere nasib olacağı için Osman Bey ve süvarileri bu niyyet ve amelde bulduklarından, düşman ordusuna dalkılıç hücum edip, onların çemberini yararak, ölüleri ve yararlarıyla başbaşa bırakıp kurtuldular. Şehid Bay Hoca'nin mezarı Hamza bey köyünde olup halen ziyaret edilmektedir.

Osman Bey bir gece 450 seçkin süvari ile, Ermenibeli'ni dolaşıp aniden Karacahisar üzerine indi. Rastgeldiği düşmanı ödürüp bir çok ganimet alarak Domaniç tarafına döndü ve ormanlar içinde gizlendi.

Karacahisar Tekfuru, askerini İnegöl Tekfurunun askeri ile birleştirip, anlaşma yaptıkları başka tekfurların askerleriyle de buluşarak İnegöl önünde büyük bir topluluk meydana geldi. Osman Bey de etraftan oldukça mücahid olaplamişti.

Aralarında ittifak etmiş tekfurların ordusu, hareket eder et­mez, Gazi Osman Bey de Domaniç'ten aşağı yürüdü ve düş­manın karşısına dikildi. Yapılan savaş sonunda düşman peri­şan olmuş, ölen düşman askeri, meydanda bir tepe meyda­na getirmişti. Bu savaşta Gazi Osman Bey'in kardeşi Gündüz Alp şehid olmuş, buna mukabil Karacahisar Tekfurunun kar­deşi de öldürülmüştü. Savaştan sonra şehidleri defn eden Osman Bey, kardeş Gündüz Alp'in cenazesini söğüt'e götü­rerek babasının yanına defnettirdi. İşte bu zafer, Gazi Osman Bey'e büyük bir şöhret kazandırmıştı.

Gazi Osman Bey'e Beylik Beratının Gelişi

Selçuklu Sultanı H. 683 (M. Î284) senesi Ramazan-ı Şerifi başlarındaki tarih ile yazılı bir menşur gönderdi. Farsça yazıl­mış olan bu menşurda Osman. Gazi'ye:

«Saadetmenendi eazü ekrem ve kâmkân muazzam nâsirüddünya ved'din Ebu'n-Nasr Osman Şah, metfceanallahü bituli hayatihi ve yümni likaihi..» şeklinde hitab olunmuş ve zamanımızın şevketli hükümdarı, gündüz ve gecemizin aza­metli şahı şerefi diye vasıflandırılmıştır. Ayrıca bu menşurda Osman Bey'e adalet ve insaf ile şeriatın ahkâmına göre hareket etmesi, sulh isteyenlerle sulh içinde yaşaması, ahdine sadık kaiması, Cenab-ı Hakk'ın emri olan »emaneti ehline veriniz» fehvasınca, hükümdarlar için çok önemli nasihatleri ihtiva ediyordu. Cenab-ı Hakk'a itaat, onun şeriatini tatbik edenlere itaatle mümkün olduğu hatırlatılarak, Osman Bey ve memurlarının gösterilen yolda hareket etmelerinin Din-i İslâm'ın farzlarından olduğu bildiriliyordu. Bu menşurdan sonra Selçuklu Sultanı ile Osman Bey'in haberleşmesi kesil­miştir.

Yukarıda anlattığımız menşurun izahatından; meselelere bugünkü şart ve kalıplan eskiye tatbik etmek görüşüyle ha­reket edenler, şüphesiz yanlışlığa düşerek bu menşur netice­sinde Osman Bey'in Söğüt'e nahiye müdürü tayin edildiğini zanederler. Halbuki her unvan aid olduğu zamana göre düşü­nülmelidir. Oysa Gazi Osman Bey'e verilen unvanlar, müsta­kil bir devlet reisine verilen unvanlardı. En azından iç işlerin­de müstakil bir devlet reisine... Yoksa bütün müslüman sul­tanlar manevî olarak zamanın halifesine bağlı idiler.

Bir devletin en önemli unsurlarından biri; adalet tevziine haktan ayrılmamak, haksızlığın mutlaka giderilip, hakkın ye­rine getirilmesiyle mümkün olduğunu bilen Osman Bey, Hz. Ömer'i örnek alarak resmen kadılar tayin etti. Bu kadıların vazifesine ne kendisi karıştı ne de başkasın! karıştırdı. Adalet mekanizmasını kuran Osman Bey, böylece aşiretten devlete en önemli adımı atmış oluyordu...

Osman Gazi'nin Hutbede İlk Olarak Adınım Yer Alması

Karacahisar'ın fethinden sonra Şeyh Edeb Ali'nin akraba­sından ve talebesinden olan Dursun Fakih'i hatib tayin etti. Dursun Fakih, büyük bir alim olup, Osman Gazi'nİn yaptığı savaşlara da iştirak edip, askere namaz kıldırırdı. H. 688 (M. 1289) Senesinde bir cuma günü Dursun Fakih hutbesini irad ederken, Selçuk Sultam'nın ismiyle beraber Gazi Osman Bey'in ismini de hutbede okudu. Osman Gazi ikametini Es­kişehir'e nakledince, Dursun Fakih hutbelerinde daima Gazi Osman Bey'in adını Selçuklu Sultanı ile beraber okumaya devam etti.

Hulâgu, Abbasi hilafetini ortadan kaldırdıktan sonra, İslâm ülkelerindeki sultanların ve emirlerin adına kendi memleket­lerinde hutbe okunmaya başlandı. Bir müddet sonra Abba-soğullanndan birine biat olunduysa da, o hiçbir işe karışmaz, Mısır sultam'nın tahta çıkışlarında ona kılıç kuşatır ve bir de menşur verirdi. Bu hilafetin zaytf ve tesirsiz hali, Yavuz Sultan Selim Hazretleri'nin hilafeti almasına kadar devam etti.

Eskişehir'de Pazar Bacı Vakası

Gazi Osman Şah Eskişehir'e gidince, Eskişehir hükümet merkezi oldu ve şehirde pazar kuruldu. Eskişehir'in, Kütahya eyaletine bağlı olduğunu iler .şüren Kütahya Bey'i Germiya-noğlu Alişar Bey, adamlarından birini Eskişehir'e gönderip, pazarda satılan mallardan vergi almak istedi. Gazi Osman Bey, gelen adamı kovdu ve pazar memurlarına ekmek parası diye her yükten ikişer akça alınmak üzere bac resmi koydu.

Bu meseleden dolayı Osman Şah ile, Germiyanoğlu ara­sında küçük bir çatışma oldu ve tabii kazanan yine Osman Bey...

Kütahya ve başka taraflardan gelen Türkmenler, Karacahisar'a yerleştiler. Bundan sonra Osman Gazi bazen Eskişe­hir'de, bazen Söğüt'te, bazen de Karacahisar'da oturur, memleketin gelişmesine, adaletin yayılmasına ve halkın haklarının korunmasına çalışırdı. Bu suretle şehirler şen, yol­lar emin ve halk rahatlık içinde idi.

Osman Bey'in Savaşları

H. 691 (M. 1292) Senesinde Osman Gazi 1500 seçkin Oğuz süvarileri ile Harmankaya Tekfuru Mihal'in klavuzlu-ğunda Göynük tarafana yürüdü Sarıkaya üzerinden Beştaş köyüne vardı. Mudurnu tarafında oturan Samsa Çavuş'a ha­ber gönderdi. Oradaki Tekke Şeyhinin yardımlarıyla Sakarya Nehri'nin kolay olan geçidinden geçip Samsa Çavuş'la bulu­şarak onun rehberliğiyle Sorgun kasabası üzerine yürüdü. Kasaba halkı aman dileyince Samsa Çavuş Sorgunlulara ke­fil olup Osman Gazİ'ye bağlanmalarını temin etti. Göynük, Taraklı ve Yenice taraflarına giderek bütün bu bölgeleri yağ­maladı. Birçok ganimetler alarak geri döndü.

Bilecik'in Fethi Ve Yarhisar İle İnegöl'ün Durumu

üc beylerinin birbirlerine girdiği dönemde Osman Gazi İs­lâm şehirlerine hiçbir şekilde saldirmayıp, yalnız cihad ile meşgul oluyordu.

Gazi Osman bey'in bu hasletleri bütün müslümanlan se­vindirdiği gibi, komşu tekfurların da düşmanlığını çekiyordu. Osman Gazi ise, sadık dostu Köse Mihal vasıtasıyla tekfurla­rın işlerine vakıf oluyordu. Bilecik Tekfuru da Osman Şah ile müttefik görünüyordu. Osman Bey, yaylaya çıkarken fazla eşyasını saklaması için Bilecik kalesine bırakırdı. Halbuki Bilecik Tekfuru samimi olmayıp tam bir riyakarlıkla hareket ediyor, öteki tekfurlarla birleşip, Gazi Osman Bey'in aleyhine çalışıyordu.

Köse Mihal'in düğününe giden Osman Bey'i pusuya dü­şürmek isteyen tekfurlar, Osman Bey'in maiyyetini kalabalık gördüklerinden korkup saldırıdan vazgeçtiler.

Bilecik Tekfuru, Yarhisar Tekfuru'nun kızı Lotüs'le yapaca­ğı izdivacın hazırlıklarını sürdürürken, komşu tekfurları davet etti. Fakat bu arada Osman Bey'i de tuzağa düşürmek için Köse Mihal vasıtasıyla davet etti. Fakat bu davetin altındaki kötü niyeti sezdi, fakat hiç belli etmiyerek, yapılan davete icabet edeceğini söyleyip, düğün hediyesi olarak Bilecik'e bir koyun sürüsü gönderdi. Ayrıca düğünden sonra da yayla­ya çıkacağını, arasının açık olduğu Germiyanoğulu'nun ka­dın ve mallarımıza, düğünde oluşumuz münasebetiyle, zarar verebileceğini, Bilecik Tekfuru izin verirse, kadınları da, mal­ları da kaleye göndermek istediğini bildirerek, düğün daveti­ni yapan Köse MihaPe haber yolladı.

Bilecik Tekfuru, Osman Bey'i yok etme planını zehirleme, yahud daha başka bir tarzda yapmayı düşünmüştü. Böyle bir haber gelince buna çok sevindi. Çünkü hem kadınlar, hemde mallar kendi ayaklarıyla geliyordu. Derhal düğün yeri olarak Bilecik civarında Çakırpinar denen bir çimenliği seçti ve Os­man Bey'in teklifine evet cevabını gönderdi.

Osman Bey, teklifine «evet» cevabını alınca, 40 kadar ba-nadir mücahidini kadın kıyafetine sokarak, bir o kadar genç mücahidi de keçelere kilimlere sarıp sandıklar içine yerleştir­di ve hayvanlara yükledi. Kadın kıyafetine girmiş bahadırlar, koyunları sürerek Bilecik Kalesine girdiler. Osman Gazi Haz­retleri de kuvvetlerini yanma alarak akşamüstü hareket etti. Kendisine pusu kurulacak yere geldiğinde, yanındaki kuvve­tin büyük kısmını orada bırakarak çok cüz'i bir kuvvetle düğün alanına gitti. Bilecik askerinin yansı gelini almak üzere Yarhisar'a gitti.

Büyük kısmı da düğün yerine gittiğinden, kalede çok az miktarda asker kalmıştı. Kadın kıîığmdaki bahadırlar, sandık­lardaki mücahidleri de çıkarınca, kalede kalan Bilecik aske­rini bertaraf etmek çok kolay olmuştu. Kaleyi zaptettiklerini düğün alanında kemal-i rahatlık içinde bekleyen Osman Gazf ye ulaştırdılar. Fakat Bilecik Tekfuru da aynı anda durumu öğrenmişti. Buna rağmen sarhoş olan askerlerini toplayana kadar, İslam Dininde haram olduğu için içki içmeyen Osman Gazi ve değerli askerleri derhal atlarına atlayıp kaçar gibi ya­parak, sarhoş bir güruh olan Bilecik askerini pusu yerine doğru çekmeye başladılar. Onların bu kaçışını ciddi sanan Bilecik askerleri, pusunun tam göbeğine düştüler ve kılıçtan geçirildiler, Osman Gazi, büyük bir savaş teknisyeni ve Ce-nab-ı Hakk'ın emirerine riayet eden bir müslüman olarak za­fere ulaştı.

Oradan yıldırım sür'atiyle Yarhisar'a giderek düğün alayı için gelmiş Bilecik askerini de tarumar edip, gelinle beraber düğün alayındaki kızları da esir aldı.

Fetihler başlamıştı. Hiç ara vermeden Turgut Alp'i İnegöl'ü kuşatmak üzere gönderdi. Bilecik ve Yarhisar kalelerini em­niyete aldıktan sonra, Turgut Alp'in yanma gelerek İnegöl kalesini fethedip, İnegöl Tekfurunu da idam ederek, kaleye muhafızlar koydu.

Elde edilen ganimet çok zengindi. Bunların en iyilerini se­çip, 60 cariye ve 100 köle ile Konya Sultanı Alâaddin'e gön­derdi.

Ganimetlerin içinde bulunan Lotus hanım, Gazi Osman Bey'in 16 yaşında bulunan kahraman evladı Orhan Bey'in hissesine düşmüştü. Gazi Osman Bey, Lotus Hanım'la oğlu Orhan Bey'i evlendirince, Lotus Hanım, cân-ı gönülden Din-i İslam'la şereflendi ve Nilüfer Hatun adını aidi. Nilüfer Ha-tun'un müslüman olmasında hiçbir tazyik ve zorlama yoktu. Çünkü «Lâ ikrahe fid-dîn» fehvasınca kimse kimseyi müslü­man olmaya zorlayamazdı... Bu, mes'ud izdivaçtan, Rumeli Fatihi olarak bilinen şehzade Süleyman Paşa ve şehid padi­şah Murad-ı Hüdavendigar dünyaya geldiler. Nilüfer Hatun, Valide Sultan oldu. Bursa'da Nilüfer Nehri üzerinde çok sağ­lam bir köprü yaptıracak ve daha nice hayırlar işleyen bir Ni­lüfer Hatun olarak anılacaktır...

Gazi Ertuğrul Bey'in vefatıyla yerine, Osman Bey'in geç­mesini bir türlü hazmedemiyen Dündar Bey, Gazi Osman Bey'in aleyhinde birleşen tekfurlarla işbirliği yaptığı anlaşılın­ca, Osman Gazi Hazretleri çok kızdı. Bu hainlikti! Hainliğin cezası verilmeliydi ve attığı bir okla onun hayatına son verdi.

Bazı Kalelerin Fethi Ve Bizans'a İlk Tokat

Gazi Osman Bey, H. 689 (M 1299) ve 699 (M. 1300) se­nelerinde Köprühisari, Yurthisarı ve İnönü Kalelerini zaptet-tiklen sonra İznik şehrini muhasara etti. İznik şehrinin hıristi-yanlar için önemli bir yeri vardı. Şöyle ki: 400 çeşit İncil'in uzun müzakerelerden sonra 4'e indirilmesine karar verilen toplantının yapıldığı belde olmasından dolayı... İznik ahalisi Bizans'tan yarım istedi. Kayser derhal bir ordu hazırlayıp gönderdi. Bizans'ın İznik'e bir ordu gönderdiğini haber alan Gazi Osman Bey, durumu Sultan Alâaddin'e bildirdi. Sultan Alâaddin de, Afyonkarahisar Sancak Bey'ini, Osman Bey'e yardıma memur etti. Ne varki bu haberleşmeler yapılana ka­dar, Kayser ordusu İzmit Körfezine gelip kaleye girmiş ve İznik'in yardımına yetişmişti. Osman Gazi, derhal muhasarayı kaldırıp, bütün kuvvetiyle Bizans ordusuna saldırmış, birçok askerini öldürerek bozguna uğratmıştı. Kayser'in ordusu, o zaman için dünyanın en kuvetii ordularından sayılıyordu. Bu muvaffakiyet, Gazi Osman Bey'e daha bir alaka ve saygı du­yulmasını temin etti.

Kendi kuvvetiyle yaptığı bu savaştaki muvaffakiyet, İznik ile Bursa arasındaki Yenişehir kalesinin alınmasıyla taçlan­mıştı... Bu savaştan elde ediien ganimetlerin Sultan Alâad-din'e zafer müjdesiyie göndermek üzereyken, Sultan Alâad-din'in, Gazan Han tarafından tutularak hapsedildiği haberini almış ve hayretler içinde kalmıştı...

Osman Bey'in Saltanat Devri

Sultan Alâaddİn'in tahttan indirilmesi ile Selçuklu Devîetİ ortadan kalkmış oldu. Bütün uç beyleri istiklallerini ilan etti­ler. Osman Gazi Hazretleri de kendi hükümetinde müstakil oldu ve bunun nişanı olarak, artık hutbeler de Osman Gazi adına okunuyordu. Böylece Osman Gazi H. 700 (M. 1301) senesinde umumun biatini almış oluyordu.

Sultan Osman, artık tahta oturmuş ve Kayi aşireti, Os­manlı Devleti olmuştu... idaresi altındaki vilayet ve kasabala­ra bey olarak tayinler yapıldı. Bunların içinde önemli tayin; Büyük oğlu Alâaddin Paşa'yı kayınpederi Şeyh edeb Ali'ye, hizmetinde bulunması için göndermiş olmasıdır. Bu, devlet reisinin tekke hizmetine en yakınını göndererek ona bağlılığı­nı zahirde de göstermesi ve Şeyhin manevî tasarrufunun, ha­yır dualarını Osmanlı Ülkesinin üzerine olmasının ricasıdir...

Osman Bey'in Sözüne Bağlılığı

Osmanlı'nın devletleştiğini gören Kete Tekfuru, bu devlet-leşmeyi önleyelim diyerek, Bursa Tekfuruna hatırlatmış, Bur­sa Tekfuru da diğer tekfurları toplayıp, kalabalık bir ordu ku­rarak doğruca Osmanlı topraklarına hücum etmişlerdi... Sultan Osman, durumu haber alınca, düşmanı Koyunhisar'dc karşıladı. Çok kanlı bir kavas neticesinde, tekfurlar ordusu mahv-ı perişan oldular. Ne var ki, Osman Gazi'nin yeğen Gündoğdu Bey, bu savaşta şehid olmuştu... Kestel Tekfuru bu savaşta ölmüştü. Bursa Tekfuru savaştan kaçarak Burs; kalesine sığınmıştı. Bütün bunlara sebeb olan Kete Tekfuru! ise Ulubat Tekfuru'na sığındı.

Sultan Osman Glubat'ı sardı ve ısrarla Kete Tekfuru'nt kendisine teslim edilmesi için zorladı. (Jlubat Tekfuru, Sultar Osman ve kendisinden sonra gelecek Osmanlı Sultanlannir lubat Köprüsünden geçmemeleri şartıyla Kete Tekfuru'nı vereceğini bildirdi. Sultan Osman: «Ben ve benden sonrakile bu köprüyü geçmeyecekler.» diye söz verdi. Bunun üzerine kendisine teslim edilen Kete Tekfuru'nu, gaziler Kete Kales önüne getirip öldürdüler. Kete ahalisi de Kete kalesini Os imanlılara teslim ettiler.

Sultan Osman, CJlubat Tekfuru'na verdiği sözü tuttu ve (Jlubat köprüsünden hiç bir zaman geçmedi. Sultan Os man'dan sonra gelen Osmanlı padişahlarından hiçbiri, büyül-cedleri Osman Gazi'nin sözünü bozmadılar. Geçmek gerekti ği zaman, köprüyü kulanmıyarak kayıklarla geçmişlerdir. Bı hadise, Sultan Osman'ın sözüne bağlılığının ve ondan sonr< gelen, onun sözünü değiştirmeyen Osmanlı Sultanîanmr sözlerine ne kadar sadık kaldıklarının emsalsiz bir numunesidir.

Sultan Osman Ve Bizans

Günden güne kuvvetlenmeye başlıyan Osmanlı Devleti Bizans Kayserinin korkulu rüyası olmuştu. Çünkü Koyunhi sar savaşının galip kumandanlarından Kara Ali Alp, önünde ki tekfur askerlerini kovalaya kovalaya birçok yerleri fethet meye başlamış, hatta Mudanya önündeki Kalo Limmi adasının bile zabtetmişti. Bu adaya şimdi (Emîr Ali) İmralı adası denir. Bu arada Marmara nahiyesi ile Keşten kalesi de Os­manlı topraklarına katılmıştı.

Bütün bunlar gözünün önünde cereyan ederken, Bizans Kayser'i, çareyi Asya'nın hakimi durumunda olan Gazan han'a kızını ve birçok hediyeler göndermekte bulmuştu. Ga­zan Han ölünce, Moğol tahtına geçen Hüdabende Mehmed Han, Kayser'in kızıyla evlenerek, onun hatırı için Türkmen Beylerİ'ne ve bilhassa Osman Bey'e; «Kayser Devleti, Moğol Hanlarıyla anlaşma yapmıştır, kimse onun memleketine el uzatmasın!» diye fermanlar göndermişti.

Sultan Osman, bu fermana çok kızdı. Derhal mücahidleri toplayıp İznik'e, oradan İstanbul Boğazı'nda bulunan İstavroz köyüne kadar olan bütün Kayser memleketlerini çiğneyip geçti. Koçhisar'ı, Lefke'yi ele geçirdi. Akhisar ve Geyve Tek­furları da kendisine boyun eğdiler.

Mihal Bey'in Müslüman Olması

Sultan Osman'ın halis dostu, Harmankaya Tekfuru Köse Mihal de müslüman olmuş ve Osmanlı Beylerinden biri ola­rak gerek kendini, gerek çocuk ve torunları, Osmanlı Devle­ti, dolayısıyla İslam Dini'ne büyük hizmetlere bulunmuşlardır.

Moğolların Kayser'e Yardımı

ühaniler Hükümdarı Hüdabende, karısının teşvikiyle Mo-ğollara, Bizans Kayser'ine yardım etmeleri için emirler gön­dermişti. Moğollar, Karahisar sahil şehrinde bulunan «Çavdar Tatarları» reisinin yanına toplanmaya başladılar. Sultan Os­man'ın düşmanı olan Germiyanoğlu'nun Türkmenlerinden bazıları da Tatarlar tarafına geçip büyük bir ordu meydana getirdiler.

İstihbarata çok önem veren Sultan Osman, bu ordunun Kütahya önlerine toplandıklarını haber alınca, oğlu Orhan Bey'i kumandan, danışmanlığına da Köse Mihal Bey'i vere­rek Eskişehir tarafına gönderdi. Bu sırada Tatarlar aniden müslümanlann pazarı olan Karacahisar pazarını basıp yağ­maladılar. Bu haber, Eskişehir taraflarında bulunan Orhan Bey'e geldiğinde, derhal harekete geçerek, yıldırım sür'atiyle Tatar Ordusunu Oynaşhisarı önünde yakaladı. Başlarında Çavdar aşireti reisi olduğu halde Tatarlar'ın hepsini yakaladı. Yenişehir'e götürdüğünde, babası Sultan Osman Gazi'den takdirkâr sözler işittiği ve ayrıca babasını hoşnut ettiği için sevindi. Esir ettiği Tatarlar'dan aldığı söz üzerine, kendilerini salıverdi. Bu olaydan sonra Çavdar Tatarları Osmanlı Devle­tine sadık kalmışlardır.

Osman Gâzi'nin Hanımları Ve Çocukları

Değerli araştırıcı M. Çağatay Üluçay'ın TTK (Türk Tarih Kurumuyayınları) arasında çıkmış bulunan Padişahların ka­dınları ve kızları adlı çalışma en dakik bir çalışmaların başın­da gelmektedir. Biz bu çalışmada birinci kaynak olarak bu çalışmayı gözönüne alırken tabii ihtilaflı hâllerde diğer kay­naklara da atfu nazar edeceğiz. Bâlâ Hatun ahiler'in unutul­maz şeyhi, Şeyh Edebalı Hz. lerinin kızıdır. Bazı târihlerde adı Râbia olarak geçerken, kimilerindede Mal hatun şeklinde geçmektedir nitekim bizim çalışmamızda da öyle zikredil­mektedir. Bu hanımefendinin doğum tarihi ve Osman Gazi ile izdivaç yaptığı târih net olarak belli değildir. Bâlâ Hatun Osman Gâzi'nin oğlu Alaadin'i dünya'ya getirmiştir. Daha sonraları babası Şeyh Edebalı'nın yanında geçiren Bâlâ Ha­tun 724/1324 târihinde Bilecik'de vefat etmiş ve hemen ba­basının tekkesinin yanında bulunan türbesine defnolundu. Diğer bir hanımı ise Osman Gâzi'nin Mal Hatun diye bilinen ve Ömer Bey adlı bir zâtın kızıdır. Bu hanımında evlilik ve vefat târihi bakımından söylenebilecek bir zaman dilimi o yüzyılı ifade etmekten öteye gidememektedir. Orhan Gâ­zi'nin validesinin bu hanım olduğu, Bursa'da vefat ettiği ve zevci yâni kocası Osman Gâzi'nin Bursa Gümüşlükümbet'de gömüldüğü zikredilmektedir. Kızları bahsine gelince; Osman Gâzi'nin Fatma isimli bir kızı olduğunu Orhan Gazi vakfiye­sinden öğreniyoruz ancak hakkında bir malumat bulmak ka­bil olmamış bulunuyor. Osman Gazi zamanında sadrıazam kimdir diye bir kayıt düşmek kabil olmuyor.

Bir aşiret yapısı andıran Osmanlı Beyliği, Orhan Gâzi'nin babasından devraldığı Beyliği, çok kısa zamanda bir devlet mekanizmasının bütün bölümlerinin, saat gibi tıkırdamasını temin eden başarısı, Osmanlı Devletinin ilk sadnazamının 1323'de başlayan ve 1339'da nihayetlenen sadaretiyle Os­man Gâzi'nin diğer oğlu Alaadin Paşa olduğunu kaydetmiş olalım.

Bursa'nın Fethi Ve Osman Gâzi'nin Vefatı

Sultan Osman, Bursa'yı fethetmek ve Osmanlı Devleti'nin payitahtı yapmak istiyordu. Fakat Bursa'nın üzerine yapıla­cak sefer ve bu seferin icabı olan savaş çok kanlı olacağın­dan, birçok insanın telef ve İslâm mücahidlerinin şehid sayı­sının artacağını, ileri görüş ve müslüman olmanın basiretiyle anladığından, Kaplıca ve dağ taraflarında iki hisar yaptırdı. Birisine, kardeşinin oğlu Aktimur'u, diğerine de Balabancık adlı mücahidi kumandan tayin ederek onlara: «Buradaki hal­kın kalbini fethetmeye bakınız. Çünkü Din'i Mübin-i İslâm, ilkönce insana hitab eder.» deyip nasihatte bulundu.

Aktimur ve Balabancık, sultanlarının tavsiyesine aynen uydular ve oradaki halkı kendilerine bağlamasını bildiler. O ahalide, onlara kendikilerinden yiyecek veriyorlardı. Bu dav­ranışları sayesinde, Bursa muhasarası uzun sürmesine rağ­men, müvahhidler hiç yiyecek sıkıntısı çekmediler.

Bursa muhasarası devam ederken, Sultan Gazi, Bolu, Kandıra, Akyazı ve Kanarya civan ile Sakarya nehrinin her iki yakasını da ele geçirdi. Buraları, savaşta başarı gösteren gazilere, yani mücahidlere tımar olarak verdi.

Bursa'nın muhasarası yedi yıl sürmüştü... Muhasaraya karşı koyan Bursa halkının takati kesilmişti... Sultan Osman Gazi ise, 70 yaşma varmış olmanın yükü ile birlikte, birbiri üstüne binen hastalıklarla boğuşuyordu... Buna rağmen Bur­sa Muhasarası O'nu düşündürüyordu.. H. 725 (M. 1325) Yı­lında, oğlu Orhan Bey'in başkumandanlığında bir ordu tertih etmiş ve kesin sonuç için Bursa üzerine göndermişti..

Bursa'nın fethinden 4 ay önce Şeyhi Edeb Ali 120 yaşında iken vefat etti. Şeyhin kızı, Sultan Osman Gâzi'nin hanımı Mal Hatun da vefat etti. Dedesi ve annesinin, vefatıyla Orhan Bey, çok üzüntülü bir haldeyken -Cenab-ı Hakk'm lütfuyia-Bursa'yı feth etti, Fakat sevinmeye fırsat bulamadı. Çünkü Sultan Osman Gazi de vefat etmiş bulunuyordu..

H. 726 (M. 1326) senesi, Ramazan'ın 12. günü Orhan Bey, Osmanlı Devletinin 2. Sultanı olarak tahta oturdu ve ba­basının nâşını, Bursa şehrindeki manastırın kubbesi altına defnettirmek için teşebbüse geçti...

Cennetlik Sultan Osman Gazi, orta boylu, karayağız, de­ğirmi yüzlü, geniş omuzlu, ayakta durduğu zaman elleri diz­lerinden aşağıya inerdi... Gayet mütevazı giyinir. Başına kır­mızı çuhadan yapılmış Çağatayhlar biçiminde Horasanı gi­yerdi. Sevimli, tatlı dilli bir hükümdardı. Savaşlarda, sadece idare eden olarak değil, bilfiil savaşan bir mücahid olarak da kahramanlıkta eşsizdi. Âlimlere çok saygı gösterirdi. Tarih kitaplarında okuma-yazma bilmezdi diye yazarsa da, gürül gürül Kur'an-ı Kerim okuyan bir zata «okuma bilmez» de­mek, ne demektir, onu anlamak güçtür. Adaleti gerçekleştir­mek en büyük meziyetiydi ve bunda da muvaffak olduğunu herkes tasdik ederdi.

Son söz olarak şunu deriz ki; üzerinde yaşadığımız bu top­rakların fâtihlerinin atası olan Sultan Osman Gazi Hazretleri, yeni yetişen İslâm Neslinin dirilişini beklerken, İslâm Dini için bütün güçleriyle mücedeleye atılmış bu uğurda şehid ol­muşları, cennetin kapısının önünde, yeşil örtüleri içinde kar­şılıyor, onları kutluyor... Yine islâm Dini için gazi olmuş kar­deşlerimizi, ruh-u maneviyyesi ile müjdeliyor...

Allah'ın Rahmeti O'na ve O'ndan sonra Devlet-i Aliyyenin bütün sultanlarına olsun.

A

â (F.) [ 1 [آ .ünlem edatı ey, hey. 2.iki kelimenin arasına girerek, anlamı
pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.
a’dâ (A.) [ اعدا ] düşmanlar.
a’dâd (A.) [ اعداد ] sayılar.
â’ik (A.) [ عائق ] engel.
a’lâ (A.) [ اعلی ] en yüksek, en yüce.
a’lâf (A.) [ آلاف ] otlar.
a’lâl (A.) [ 1 [اعلال .hastalıklar. 2.sebepler.
a’lâm (A.) [ 1 [اعلام .bayraklar. 2.özel isimler.
a’lem (A.) [ اعلم ] en iyi bilen.
a’mâ (A.) [ اعمی ] kör.
a’mâk (A.) [ اعماق ] derinlikler.
a’mâl (A.) [ اعمال ] işler, ameller, davranışlar.
a’mâr (A.) [ 1 [اعمار .ömürler. 2.yaşlar.
a’nî (A.) [ اعنی ] yani.
a’râb (A.) [ اعراب ] Araplar, çöl arapları.
a’râbî (A.) [ اعرابی ] çöl arabı.
a’râz (A.) [ اعراض ] belirtiler.
a’sâb (A.) [ اعصاب ] sinirler.
a’sâr (A.) [ اعصار ] yüz yıllar.
a’şâr (A.) [ اعشار ] öşür vergileri, onda birler.
a’şârî (A.) [ اعشاری ] ondalık.
a’vec (A.) [ اعوج ] yamuk, eğri büğrü.
a’ver (A.) [ اعور ] tek gözlü.
a’yâd (A.) [ اعياد ] bayramlar.
a’yân (A.) [ 1 [اعيان .ileri gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler.
a’yün (A.) [ 1 [اعين .gözler. 2.pınarlar.
a’zâ (A.) [ 1 [اعضا .üyeler. 2.organlar.
a’zam (A.) [ اعظم ] en büyük.
âb (F.) [ 1 [آب .su. 2.deniz. 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. 6.ter. 7.döl suyu.
8.sidik. 9.parlaklık. 10.yüzsuyu. 11.letafet, hava.
âb (F.) [ آب ] Ağustos.
âb -ı âbistenî [ 1 [آب آبستنی .meni; 2.bitkilerin yetişmesine neden olan su.
âb -ı adâlet [ 1 [آب عدالت .adalet suyu; 2.doğruluğun bereketi.
âb -ı ahmer [ 1 [آب احمر .kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı.
âb -ı âteşîn [ 1 [آب آتشين .ateşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı.
âb -ı bâdereng [ 1 [آب باده رنگ .kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı.
âb -ı engûr [ 1 [آب انگور .üzüm suyu. 2.şarap.
âb -ı harâbât [ آب خرابات ] (meyhane suyu) şarap.
âb -ı kevser [ 1 [آب کوثر .cennet suyu, 2.şarap.
ab’âb (A.) [ عبعاب ] vantrolog.
abâ (A.) [ 1 [عبا .kaba yün kumaş. 2.aba.
âbâ’ (A.) [ 1 [آباء .babalar. 2.gezegenler.
âbâd (A.) [ آباد ] ebedler.
âbâd (F.) [ آباد ] bayındır, mamûr.
âbâd etmek/eylemek 1.mamûr etmek. 2.zenginleştirmek. 3.huzur vermek.
âbâd olmak 1.mamûrlaşmak. 2.zenginleşmek. 3.huzura kavuşmak.
âbâdân (F.) [ آبادان ] bayındır.
âbâdânî (F.) [ آبادانی ] bayındırlık.
âbâdî (F.) [ 1 [آبادی .bayındırlık. 2.ince Hint kağıdı.
âbâl (A.) [ آبال ] develer.
âbân (F.) [ آبان ] Âbân ayı.
abâpûş (A.-F.) [ 1 [عباپوش .abalı. 2.derviş. 3.yoksul.
âbâr (A.) [ آبار ] kuyular.
âbcâme (F.) [ آبجامه ] su kabı.
âbçîn (F.) [ آبچين ] peştemal.
abd (A.) [ 1 [عبد .kul. 2.köle.
âbdân (F.) [ 1 [آبدان .su kabı. 2.mesane.
âbdâr (F.) [ 1 [آبدار .sulu. 2.parlak. 3.hoş
âbdendân (F.) [ 1 [آبدندان .bön. 2.âciz.
abdest (F.) [ 1 [آبدست .abdest. 2.paylama.
abdesthâne (F.) [ 1 [آبدستخانه .tuvalet. 2.abdest alınan yer.
abdestlik (F.-T.) kısa cübbe.
âbek (F.) [ 1 [آبک .sulu. 2.cıva.
abes (A.) [ عبث ] saçma, abes.
âbgîne (F.) [ 1 [آبگينه .kristal. 2.kadeh. 3.sürahi. 4.ayna. 5.gözyaşı.
âbgîr (F.) [ 1 [آبگير .havuz. 2.su birikintisi.
âbgûn (F.) [ 1 [آبگون .su rengi. 2.mavi.
abher (A.) [ 1 [عبهر .nergis. 2.zerrinkadeh çiçeği. 3.yasemin.
âbhîz (F.) [ آبخيز ] büyük dalga.
âbhord (F.) [ آبخورد ] nasip.
âbırû (F.) [ آبرو ] yüzsuyu.
âbî (F.) [ آبی ] mavi.
âbid (A.) [ 1 [عابد .ibadet eden. 2.erkek adı.
abîd (A.) [ 1 [عبيد .kullar. 2.köleler.
âbidât [ آبدات ] anıtlar.
âbide (A.) [ آبده ] anıt.
âbidevî (A.) [ آبدوی ] anıtsal.
âbile (F.) [ 1 [آبله .su çiçeği. 2.sivilce. 3.su kabarcığı.
âbir (A.) [ عابر ] yaya.
âbisten (F.) [ آبستن ] gebe.
âbistengâh (F.) [ آبستنگاه ] döl yatağı.
âbişhor (F.) [ 1 [آبشخور .sulama yeri. 2.nasip.
âbkâr (F.) [ 1 [آبکار .saka. 2.ayyaş.
âbkeş (F.) [ 1 [آبکش .saka, su çeken. 2.kevgir.
âbnûs (F.) [ آبنوس ] abanoz.
âbrâh (F.) [ آبراه ] su yolu, kanal.
abraş (A.) [ ابرش ] alacalı.
âbrîz (F.) [ 1 [آبریز .tuvalet. 2.ıbrık.
âbşâr (F.) [ آبشار ] çağlayan.
abûs (A.) [ عبوس ] somurtkan.
âbühava (F.-A.) [ آب و هوا ] iklim.
âbzih (F.) [ 1 [آبزه .su kaynağı. 2.gözyaşı.
âc (A.) [ عاج ] fildişi.
âc (F.) [ آج ] ılgın ağacı.
acâib (A.) [ عجائب ] tuhaf, ilginç, acaip.
acâleten (A.) [ عجالة ] alelacele.
aceb (A.) [ 1 [عجب .tuhaflık. 2.acaba.
acebâ (A.) [ عجبا ] acaba.
acele (A.) [ عجله ] acele.
aceleten (A.) [ عجلة ] çarçabuk, alelacele.
acem (A.) [ 1 [عجم .arap olmayan. 2.İranlı, acem.
acemaşîran (A.) [ عجم عشيران ] Türk mûsikisinde bir makam.
acemce (A.-T.) Farsça.
acemî (A.) [ 1 [عجمی .deneyimsiz, acemi. 2.İranlı.
acemistan (A.-F.) [ عجمستان ] İran.
acemiyân (A.-F.) [ 1 [عجميان .deneyimsizler. 2.İranlılar.
aceze (A.) [ عجزه ] düşkünler, âcizler.
acîb (A.) [ عجيب ] tuhaf, acayip, ilginç.
acîbe (A.) [ عجيبه ] şaşılacak şey.
âcil (A.) [ عاجل ] acil.
âcilen (A.) [ عاجلا ] derhal, acil olarak.
acîn (A.) [ عجين ] macun, yoğurulmuş.
âciz (A.) [ 1 [عاجز .aciz. 2.ben.
âcizâne (A.-F.) [ 1 [عاجزانه .acizce. 2.alçakgönüllüce.
âcizî (A.-F.) [ عاجزی ] acizlik.
âciziyyet (A.) [ عاجزیت ] acizlik.
âcizleri (A.-T.) bendeniz, ben.
acûl (A.) [ عجول ] aceleci.
acûlâne (A.-F.) [ عجولانه ] acele acele.
acûz (A.) [ 1 [عجوز .kocakarı. 2.cadı.
acûze (A.) [ 1 [عجوزه .kocakarı. 2.cadı.
âcür (F.) [ 1 [آجر .tuğla. 2.kiremit.
acz (A.) [ عجز ] acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama.
âdâb (A.) [ 1 [آداب .edepler, terbiyeler. 2.yol yordam.
adalât (A.) [ عضلات ] kaslar.
adale (A.) [ 1[عضله .kas. 2.kaslar.
adâlet (A.) [ عدالت ] adalet.
adaletkâr (A.-F.) [ عدالتکار ] adil, adaletli.
âdât (A.) [ عادات ] âdetler, alışkanlıklar.
adâvet (A.) [ عداوت ] düşmanlık.
adâvet etmek/eylemek düşmanlık gütmek.
add (A.) [ عد ] sayma, görme, değerlendirme, kabul etme.
addedilmek sayılmak, görülmek, değerlendirilmek.
addetmek/eylemek saymak, görmek, değerlendirmek.
addolunmak sayılmak, kabul edilmek.
aded (A.) [ عدد ] sayı.
adeden (A.) [ عددا ] sayıca.
adedî (A.) [ عددی ] sayısal.
âdem (A.) [ 1 [آدم .ilk insan, Adem Peygamber. 2.insan, adam.
adem (A.) [ عدم ] yokluk, bulunmama, adem.
adem -i muvaffakiyet [ عدم موفقيت ] başarısızlık.
adem -i muvazenet [ عدم موازنت ] dengesizlik.
adem -i riâyet [ عدم رعایت ] uymama..
adem -i te’lîfiyet [ عدم تأليفيت ] uzlaşamama, bir araya gelememe.
adem -i teveccüh [ عدم توجه ] ilgisizlik.
ademâbâd (A.-F.) [ عدم آباد ] yokluk ülkesi.
âdemhâr (A.-F.) [ آدم خوار ] yamyam, insan yiyen.
âdemî (A.-F.) [ 1[آدمی .insanoğlu. 2.insanlık.
âdemiyân (A.-F.) [ آدميان ] insanlar.
âdemiyyet (A.) [ 1 [آدميت .insanlık. 2.adamlık.
ades (A.) [ عدس ] mercimek.
adese (A.) [ عدسه ] mercek.
âdet (A.) [ عادت ] alışkanlık, âdet.
âdeta (A.) [ عادتا ] basbayağı.
âdeten (A.) [ عدتا ] âdet olarak, geleneklere göre.
adhâ (A.) [ اضحی ] kurbanlar.
âdi (A.) [ عادی ] sıradan, âdi, değersiz.
adîd (A.) [ عدید ] birçok.
adîde (A.) [ عدیده ] birçok.
âdil (A.) [ عادل ] adaletli.
adîl (A.) [ عدیل ] eşit, denk.
âdilâne (A.-F.) [ عدلانه ] adilce.
adîm (A.) [ عدیم ] yok olan.
adîmülimkân (A.) [ عدیم الامکان ] imkânsız.
âdiye (A.) [ عادیه ] alışılmış, sıradan.
adl (A.) [ عدل ] adalet.
adlâ’ (A.) اضلاع ] kenarlar.
adlî (A.) [ عدلی ] adalet ile ilgili.
adliyye (A.) [ عدليه ] mahkeme, adliye.
adn (A.) [ عدن ] cennet.
adû (A.) [ عدو ] düşman.
âfâk (A.) [ آفاق ] ufuklar.
âfâkî (A.) [ 1 [آفاقی .nesnel. 2.şuradan buradan konuşma.
âfât (A.) [ آفات ] afetler, belalar.
âferîde (F.) [ آفریده ] yaratık, yaratılmış, mahluk.
âferîdgâr (F.) [ آفریدگار ] yaratan, Tanrı.
âferîn (F.) [ آفرین ] bravo, çok yaşa, aferin.
âferîn (F.) [ آفرین ] yaratan.
âferînende (F.) [ آفریننده ] yaratıcı.
âferîniş (F.) [ آفرینش ] yaratılış.
âfet (A.) [ 1 [آفت .afet, bela, felaket. 2.güzel sevgili.
âfet -i cân [ 1 [آفت جان .can belası. 2.güzel.
âfet -i devrân [ 1 [آفت دوران .güzel, dilber.
âfetengîz (A.-F.) [ آفت انگيز ] afet getiren.
âfetresân (A.-F.) [ آفت رسان ] bela getiren.
âfetzede (A.-F.) [ آفت زده ] belaya uğramış, afet görmüş.
afîf (A.) [ عفيف ] iffetli.
âfil (A.) [ 1 [آفل .batan. 2.görünmez olan.
âfitâb (F.) [ آفتاب ] güneş.
âfitâbcemâl (F.-A.) [ آفتاب جمال ] güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi
parlayan, sevgili, maşuk.
âfiyet (A.) [ عافيت ] esenlik.
âfiyet bulmak sağlığına kavuşmak.
afiyetbahş [ آفيت بخش ] afiyet verici.
afrika (A.) [ افریقا ] Afrika kıtası.
afsun (F.) [ افسون ] büyü, efsun.
âftâb (F.) [ آفتاب ] güneş.
âftâbe (F.) [ آفتابه ] ıbrık, su kabı.
âftâbgîr (F.) [ آفتابگير ] güneş alan, güneş gören.
âftâbî (F.) [ آفتابی ] güneşlik.
âftâbrû (F.) [ آفتاب رو ] parlak yüzlü.
afv (A.) [ عفو ] bağışlama, af.
âgâh (F.) [ آگاه ] haberdar.
âgâh etmek haberdar etmek.
âgâh olmak haberdar olmak.
âgâhî (F.) [ آگاهی ] haberdarlık.
âgeh (F.) [ آگه ] haberdar.
âgehî (F.) [ آگهی ] haberdarlık.
âgîn (F.) [ آگين ] dolu.
âgûş (A.) [ آغوش ] kucak.
âğâliş (F.) [ آغالش ] kışkırtma.
ağayân (T.-F.) [ آغایان ] ağalar.
âğâz (F.) [ 1 [آغاز .başlama. 2.başlangıç.
ağbiyâ (A.) [ اغبيا ] kalın kafalılar.
âğişte (F.) [ آغشته ] bulaşmış, bulanık.
ağlâl (A.) [ 1 [اغلال .boyunduruklar. 2.zincirler.
ağlât (A.) [ اغلاط ] hatalar.
ağleb [(A.) [ اغلب احتمال ] çoğunlukla, genellikle, sık sık.
ağleb -i ihtimâl [ اغلب احتمال ] büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.
ağnâ (A.) [ اغنی ] en zengin.
ağnâm (A.) [ اغنام ] koyunlar.
ağniyâ (A.) [ اغنيا ] zenginler.
ağniye (A.) [ اغنيه ] şarkılar.
ağrâs (A.) [ اغراس ] fidanlar.
ağrâz (A.) [ اغراض ] maksatlar.
ağsân (A.) [ اغصان ] dallar.
ağşiye (A.) [ 1 [اغشيه .perdeler. 2.zarlar.
ağyâr (A.) [ اغيار ] yabancılar.
ah (A.) [ 1 [اخ .kardeş. 2.dost.
âh (F.) [ 1 [آه .feryat etme, feryat. 2.ilenme.
âh almak biri tarafından kendisine ilenilmek.
âh ü zâr [ آه و زار ] âh edip inleme.
âhâd (A.) [ آحاد ] birler.
ahad (A.) [ احد ] bir.
ahali (A.) [ اهالی ] halk, ahali, insan topluluğu.
ahavât (A.) [ اخوات ] kızkardeşler.
ahbâb (A.) [ 1 [احباب .dostlar. 2.dost.
ahbap (A.) [ احباب ] dostlar, sevdikler.
ahbâr (A.) [ اخبار ] haberler.
ahcâr (A.) [ احجار ] taşlar.
ahd (A.) [ 1 [عهد .yemin, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme.
ahd -i atîk [ عهد عتيق ] Tevrat, Zebur ve Mezâmir.
ahd -i cedîd [ عهد جدید ] İncil ve ekleri.
ahdar (A.) [ احضر ] yemyeşil.
ahdâs (A.) [ 1 [احداث .yeni olaylar. 2.dertler. 3.gençler.
ahdeb (A.) [ احدب ] kambur.
ahdnâme (A.-F.) [ عهدنامه ] ahitname, antlaşma metni.
ahdüpeymân (A.-F.) [ عهد و پيمان ] and.
âhek (F.) [ آهک ] kireç.
âhen (F.) [ آهن ] demir.
âhendil (F.) [ آهن دل ] acımasız.
âheng (F.) [ 1 [آهنگ .uyum, ahenk. 2.eğlence.
âheng -i esvât [ آهنگ اصوات ] ses uyumu.
âhengdâr (F.) [ آهنگدار ] uyumlu.
âhenger (F.) [ آهنگر ] demirci.
âhenggüzâr (F.) [ آهنگ گذار ] uyumlu, ahenkli.
âhenîn (F.) [ 1 [آهنين .demirden. 2.demir gibi.
âhenîndil (F.) [ 1 [آهنين دل .katı yürekli. 2.yiğit.
âhenk (F.) [ آهنگ ] ahenk, uyum.
âhenkdâr (F.) [ آهنگ دار ] uyumlu, ahenkli.
âhenkeş (F.) [ آهنکش ] miknatıs.
âhenrüba (F.) [ آهن ربا ] miknatıs.
âhensâ(y) (F.) [ آهن سای ] törpü.
âher (A.) [ آخر ] başka, diğer.
âheste (F.) [ آهسته ] yavaş, usul, ağır.
âhestegî (F.) [ آهستگی ] yavaşlık.
ahfâ (A.) [ اخفا ] en gizli.
ahfâd (A.) [ احفاد ] torunlar.
ahger (F.) [ اخگر ] kor ateş.
ahibbâ (A.) [ احبا ] dostlar, sevilenler; sevgililer.
ahid (A.) [ عهد ] söz, yemin.
ahidşiken (A.-F.) [ عهدشکن ] sözünden dönen, antlaşmayı bozan.
âhîhte (F.) [ آهيخته ] kınından çıkmış, sıyrılmış.
ahîr (A.) [ آخر ] son, en son.
âhir -i kâr [ 1 [آخر کار .sonunda. 2.sonuç.
âhirbîn (A.-F.) [ آخربين ] ileri görüşlü.
âhire (A.) [ آخره ] son.
ahîren (A.) [ اخيرا ] geçenlerde, son zamanlarda, son olarak.
âhiret (A.) [ آخرت ] öbür dünya.
âhiretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
âhirin (A.-F.) [ 1 [آخرین .sonuncu. 2.sonrakiler.
âhirkâr (A.-F.) [ آخرکار ] sonunda, nihayet.
âhirülemr (A.) [ آخرالامر ] sonunda, işin sonunda.
âhiz (A.) [ آخذ ] alan.
ahize (A.) [ آخذه ] alıcı gereç.
ahkâm (A.) [ احکام ] hükümler.
ahlâf (A.) [ اخلاف ] halefler.
ahlâk (A.) [ اخلاق ] huy, ahlak.
ahlâk -ı amelî [ اخلاق عملی ] uygulamadaki ahlak anlayışı.
ahlâk -ı hasene [ اخلاق حسنه ] iyi huy.
ahlâk -ı nazarî [ اخلاق نظری ] teorideki ahlak anlayışı.
ahlâk -ı zemîme [ اخلاق ذميمه ] kötü huy.
ahlâken (A.) [ اخلاقا ] ahlakça.
ahlâkiyat (A.) [ اخلاقيات ] ahlak bilgisi.
ahlâkiyûn (A.) [ اخلاقيون ] ahlakçılar.
ahlâm (A.) [ 1 [احلام .karmakarışık rüyalar. 2.düşazmalar.
ahlât (A.) [ اخلاط ] salgılar.
ahlât -ı erba’a [ اخلاط اربعه ] dört özsuyu kan, salya, safra, dalak.
ahmak (A.) [ احمق ] budala, aptal, ahmak.
ahmakâne (A.-F.) [ احمقانه ] ahmakça.
ahmakî (A.-F.) [ احمقی ] ahmaklık.
ahmer (A.) [ احمر ] kırmızı, kızıl.
ahrâm (A.) [ 1 [احرام .kutsal yerler. 2.haremler. 3.hanımlar, eşler.
ahrâr (A.) [ احرار ] özgürler.
ahrârâne (A.-F.) [ احرارانه ] özgürce.
ahrâs (A.) [ احراس ] koruyucular, muhafızlar.
ahret (A.) [ آخرت ] öbür dünya, ahiret.
ahretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
ahsâs (A.) [ احساس ] duygular.
ahsen (A.) [ احسن ] en güzel.
ahşâ’ (A.) [ 1 [احشاء .iç organlar, 2.bölgeler, yöreler.
ahşâb (A.>T.) [ 1 [اخشاب .ahşap. 2.keresteler.
ahşâm (A.) [ احشام ] maiyet.
ahtâb (A.) [ احطاب ] odunlar.
ahtâr (A.) [ اخطار ] tehlikeler.
âhte (F.) [ 1 [آخته .iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış.
ahter (F.) [ اختر ] yıldız.
ahter -i dünbâledâr [ اختر دنباله دار ] kuyruklu yıldız.
ahterbîn (F.) [ اختربين ] astrolog, yıldızbilimci.
ahterşinâs (F.) [ اخترشناس ] yıldızbilimci.
ahterşümâr (F.) [ 1 [اخترشمار .yıldızbilimci. 2.geceleri uyuyamayan.
ahu (A.) [ اخو ] kardeş.
âhû (F.) [ آهو ] ceylan, karaca.
âhûbere (F.) [ آهوبره ] ceylan yavrusu.
âhûdil (F.) [ آهودل ] ödlek, korkak.
âhund (F.) [ آخوند ] molla, hoca.
âhûnigah (F.) [ آهونگاه ] ceylan bakışlı.
âhur (F.) [ آخر ] ahır.
âhuvân (F.) [ آهوان ] ceylanlar.
âhûvâne (F.) [ آهوانه ] ceylan gibi.
âhüvâh(F.) [ آه و واه ] feryat, sızlanma, hayıflanma.
âhüvâveylâ (F.-A.) [ آه و واویلا ] feryat, âh çekme, figan etme.
âhüzâr (F.) [ آه و زار ] âh çekip inleme.
ahvâl (A.) [ احوال ] haller, durumlar.
ahvâl -i âdiye [ احوال عادیه ] olağan haller.
ahvâl -i sıhhiye [ احوال صحيه ] sağlık durumu
ahvef (A.) [ اخوف ] en korkunç.
ahvel (A.) [ احول ] şaşı.
ahyâ (A.) [ احيا ] diriler.
ahyâl (A.) [ اخيال ] yılkılar.
ahyânen (A.) [ احيانا ] arasıra, kimi zaman.
ahyâr (A.) [ اخيار ] iyiler.
ahyât (A.) [ اخياط ] iplikler.
ahz (A.) [ اخذ ] alma.
ahz ü kabul etmek alıp kabul etmek.
ahzâb (A.) [ 1 [احزاب .kütleler. 2.partiler. 3.Ahzâb sûresi.
ahzân (A.) [ احزان ] hüzünler.
ahzar (A.) [ اخضر ] yeşil.
ahzen (A.) [ احزن ] çok hüzünlü.
ahzetmek almak.
ahzüi’tâ (A.) [ اخذ و عطا ] alış veriş.
ahzükabz (A.) [ اخذ و قبض ] alıp sahip çıkma.
âid (A.) [ 1 [عائد .ait, ilişkin. 2.geri dönen.
âidât (A.) [ عائدات ] gelirler, aidat.
âide (A.) [ عائده ] kâr, kazanç, gelir.
âika (A.) [ عائقه ] engel.
âile (A.) [ 1 [عائله .aile. 2.eş, karı.
ailevî (A.) [ عائلوی ] aile ile ilgili.
âjeng (F.) [ آژنگ ] buruşuk, cilt kırışığı.
âk (A.) [ عاق ] serkeş.
akab (A.) [ 1 [عقب .arka, art. 2.topuk, ökçe.
akabât (A.) [ 1 [عقبات .yokuşlar. 2.tehlikeli anlar.
akabe (A.) [ 1 [عقبه .geçilmesi güç geçit. 2.yokuş.
akabinde (A.-T.) ardından.
akâid (A.) [ عقائد ] inançlar, akideler.
akâmet (A.) [ 1 [عقامت .verimsizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık.
akar (A.) [ عقار ] kazanç sağlayan mülk.
akarât (A.) [ عقرات ] kazanç sağlayan mülkler, akarlar.
akbeh (A.) [ اقبح ] çok çirkin.
akd (A.) [ 1 [عقد .düğümleme, bağlama. 2.nikah. 3.kararlaştırma. 4.kurma.
akdâh (A.) [ اقداح ] kadehler.
akdâm (A.) [ اقدام ] ayaklar.
akdedilmek yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.
akdem (A.) [ اقدم ] önce, önceki.
akdes (A.) [ اقدس ] en kutsal.
akdetmek/ eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma
yapmak, sözleşme yapmak.
akıbet (A.) [ عاقبت ] son.
âkıbetbîn (A.-F.) [ عاقبت بين ] sonu gören, ileri görüşlü.
âkıbetendîş (A.-F.) [ عاقبت اندیش ] sonunu düşünen.
âkıbetülemr (A.) [ عاقبت الامر ] sonunda.
âkıl (A.) [ عاقل ] akıllı, akıl sahibi.
akıl (A.) [ عقل ] akıl.
âkılâne (A.-F.) [ عاقل ] akıllıca.
âkıle (A.) [ عاقله ] akıllı kadın.
âkır (A.) [ 1 [عاقر .kısır. 2.verimsiz.
âkid (A.) [ عاقد ] akit yapan.
akîde (A.) [ عقيده ] inanç, akide.
akîdefurûş (A.-F.) [ عقيده فروش ] inanç tüccarı.
akîk (A.) [ عقيق ] akik taşı.
âkil (A.) [ آکل ] yiyen.
akîm (A.) [ 1 [عقيم .kısır. 2.sonuçsuz.
akim kalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.
akis (A.) [ عکس ] yansıma, aksetme, akis.
akl (A.) [ عقل ] akıl.
akl -ı bâliğ [ عقل بالغ ] ergin.
akl -ı evvel [ عقل اول ] Tanrı.
akl -ı küll [ 1 [عقل کل .doğadaki genel uyum. 2.Cebrail.
akl -ı mücerred [ عقل مجرد ] soyut akıl.
akl -ı selim [ عقل سليم ] sağduyu.
aklâm (A.) [ 1 [اقلام .kalemler. 2.yazı gereçleri. 3.devlet daireleri.
aklen (A.) [ اقلا ] akılca.
aklıselim (A.-F.) [ عقل سليم ] sağduyu.
aklî (A.) [ عقلی ] akılca, akıl bakımından, rasyonel.
akliyye (A.) [ عقليه ] akılcılık, rasyonalizm.
akliyyûn (A.) [ عقليون ] akılcılar, rasyonalistler.
akm (A.) [ عقم ] kısırlık.
akmâr (A.) [ اقمار ] aylar.
akmişe (A.) [ اقمشه ] kumaşlar.
akrabâ (A.) [ اقرباء ] akraba, yakınlar.
akran (A.) [ اقران ] yaşıtlar.
akreb (A.) [ اقرب ] en yakın.
akreb (A.) [ 1 [عقرب .akrep. 2.saat ibresi.
akrebek (A.-F.) [ عقربک ] saati gösteren ibre.
aks (A.) [ عکس ] yansıma, akis.
aks -i müddeâ [ عکس مدعا ] çatışkı.
aks -i sedâ [ عکس صدا ] yankı.
aksâ (A.) [ اقصی ] uzak, en son.
aksâ -yı emel [ اقصای امل ] ülkü, ideal.
aksâ -yı şark [ اقصای شرق ] Uzakdoğu.
aksâm (A.) [ اقسام ] kısımlar, bölümler.
aksâm -ı sâire [ اقسام سائره ] diğer kısımlar, öbür bölümler.
akser (A.) [ اقصر ] en kısa.
aksetmek yansımak, vurmak.
aksî (A.) [ 1 [عکسی .inatçı. 2.ters, zıt. 3.huysuz.
aksülamel (A.) [ عکس العمل ] tepki, reaksiyon.
aktâ’ (A. [ 1 [اقطاع .kesmeler. 2.beylik araziler.
aktâb (A.) [ 1 [اقطاب .kutuplar. 2.azizler. 3.efendiler.
aktâr (A.) [ اقطار ] taraflar, yöreler.
aktâr-ı cihân [ اقطار جهان ] dünyanın her tarafı.
akûr (A.) [ عقور ] azgın, kudurmuş, saldırgan.
akûrâne (A.-F.) [ عقورانه ] kudurmuşçasına.
akvâl (A.) [ اقوال ] sözler.
akvâm (A.) [ اقوام ] kavimler.
akviyâ (A.) [ اقویا ] kuvvetliler.
âl (A.) [ 1 [آل .aile. 2.sülale. 3.evlat.
âl (A.) [ عال ] yüce, yüksek.
alâ (A.) [ علاء ] yücelik, şeref.
alâ (A.) [ علی ] üst, üstü, üzeri.
alâeyyihâl (A.) [ علی ای حال ] her nasıl olsa.
âlâf (A.) [ آلاف ] binler.
alâhide (A.) [ عليحده ] tek başına, başlı başına.
alâik (A.) [ علائق ] alakalar, ilgiler.
alâim (A.) [ ] işaretler, alametler.
alâim-i semâ [ علائم سما ] gökkuşağı.
alak (A.) [ 1 [علق .kan pıhtısı. 2.sülük.
alâka (A.) [ علاقه ] ilgi, alaka.
alâkabahş (A.-F.) [ علاقه بخش ] ilgilendiren, ilgili.
alâkadar (A.-F.) [ علاقه دار ] ilgili, alakalı.
alâkadar etmek ilgilendirmek.
alâkadar olmak ilgilenmek.
alakadârân (A.-F.) [ علاقه داران ] ilgililer.
alâkadrilimkân (A.) [ علاقدرالامکان ] olabildiğince.
âlâm (A.) [ آلام ] elemler, acılar.
alâmât (A.) [ علامات ] işaretler, alametler.
alâmet (A.) [ علامت ] işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri.
âlât (A.) [ آلات ] aletler.
alâvechi (A.) [ علِی وجه ] üzere.
alâvefk (A.) [ علی وفق ] uygun olarak.
âlâyiş (F.) [ 1 [آلایش .bulaşma. 2.gösteriş.
aleddevam (A.) [ علی الدوام ] sürekli.
alef (A.) [ 1 [علف .ot. 2.hayvan yemi.
aleka (A.) [ 1 [علقه .kan pıhtısı. 2.balçık.
alelacele (A.) [ علی العجله ] çarçabuk.
alelâde (A.) [ علی العاده ] sıradan, bayağı.
alelamyâ (A.) [ علی العميا ] körükörüne.
alelekser (A.) [ علی الاکثر ] çok defa.
alelhusûs (A.) [ علی الخصوص ] özellikle.
alelıtlâk (A.) [ 1 [علی الاطلاق .genellikle. 2.rastgele.
alelicmâl (A.) [ علی الاجمال ] topluca.
alelinfirâd (A.) [ علی الانفراد ] birer birer.
alelistimrâr (A.) [ علی الاستمرار ] sürekli, aralıksız.
aleliştirâk (A.) [ علی الاشتراک ] ortaklaşa.
alelkifâye (A.) [ علی الکفایه ] yeterince.
alelumûm (A.) [ علی العموم ] genellikle, genelde, genel olarak.
âlem (A.) [ عالم ] dünya; evren.
alem (A.) [ 1 [علم .sancak. 2.alem. 3.nişan, alamet.
âlemârâ (A.-F.) [ عالم آرا ] dünyayı süsleyen.
alemdâr (A.-F.) [ علمدار ] sancaktar.
âlemefrûz (A.-F.) [ عالم افروز ] dünyayı parlatan.
âlemgîr (A.-F.) [ 1 [عالمگير .dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan.
âlemiyân (A.-F.) [ عالميان ] insanlar.
âlemşümûl (A.) [ علم شمول ] dünyayı kaplayan.
âlemtâb (A.-F.) [ عالمتاب ] dünyayı aydınlatan.
alenen (A.) [ علنا ] açıkça.
alenî (A.) [ علنی ] açık, aşikâr.
âlet (A.) [ 1 [آلت .araç, alet. 2.aygıt.
alettafsîl (A.) [ علی التفصيل ] ayrıntılı olarak.
alettevâlî (A.) [ علی التوالی ] peşpeşe.
aleyh (A.) [ عليه ] karşı, karşıt; üzerine.
aleyhdar (A.-F.) [ عليه دار ] karşıt, zıt.
aleyhisselâm (A.) [ عليه السلام ] selam onun üzerine olsun.
âlî (A.) [ عالی ] yüce; yüksek.
âlîcâh (A.-F.) [ عالی جاه ] yüksek dereceli.
âlîcenâb (A.) [ 1 [عالی جناب .cömert. 2.haysiyetli.
âlihe (A.) [ آلهه ] ilahlar.
âlîhimmet (A.) [ عالی همت ] yüce himmetli.
âlîkadr (A.) [ عالی قدر ] saygıdeğer.
alîl (A.) [ 1 [عليل .hasta, hastalıklı, illetli. 2.sakat.
âlim (A.) [ عالم ] bilgin.
alîm (A.) [ عليم ] çok bilen.
âlîmakâm (A.) [ عالی مقام ] yüksek makamlı.
âlînazar (A.) [ عالی نظر ] yüksek görüşlü.
âlîşan (A.) [ عالی شان ] şanı yüce.
âliye (A.) [ عاليه ] yüce, yüksek.
aliyyülâlâ (A.) [ علی الاعلا ] en iyisi.
Allâh (A.) [ الله ] Tanrı, Allah.
allâme (A.) [ علامه ] büyük bilgin.
âlû (F.) [ آلو ] erik.
âlûbâlu (F.) [ آلوبالو ] vişne.
âlûd (F.) [ آلود ] bulanmış, bulaşmış.
âlûde (F.) [ آلوده ] bulanmış, bulaşmış.
âlûdedâmen (F.) [ آلوده دامن ] iffetsiz.
âlûdegî (F.) [ آلودگی ] bulaşma, bulaşıklık.
âlüfte (F.) [ 1 [آلفته .iffetsiz, fahişe. 2.alışık.
âmâc (F.) [ 1 [آماج .hedef. 2.nişan tahtası.
âmâcgâh (F.) [ آماجگاه ] nişan alınan yer.
âmâde (F.) [ آماده ] hazır.
âmâdegî (F.) [ آمادگی ] hazırlık.
a'mâl (A.) [ اعمال ] davranışlar, ameller.
âmâl (A.) [ آمال ] emeller.
âmâl (A.) [ آمال ] emeller.
âmâr (F.) [ 1 [آمار .sayım. 2.hesap.
amd (A.) [ عمد ] kasıt.
amden (A.) [ عمدا ] kasıtlı olarak.
âmed (F.) [ آمد ] gelme, geliş.
âmedşüd (F.) [ آمدشد ] geliş gidiş.
âmedüreft (F.) [ آمدورفت ] geliş gidiş.
âmedüşüd (F.) [ آمدوشد ] geliş gidiş.
amel (A.) [ 1 [عمل .iş. 2.ishal.
amele (A.) [ عمله ] işçi.
amelen (A.) [ عملا ] bilfiil, işleyerek.
amelî (A.) [ عملی ] pratik, uygulamalı.
ameliyât (A.) [ 1 [عمليات .işlemler, uygulamalar. 2.ameliyat.
ameliye(A.) [ عمليه ] işlem, uygulama.
âmennâ (A.) [ آمنا ] diyecek bir şey yok, inandık.
âmîhte (A.) [ آميخته ] karışık, karışmış.
amîk (A.) [ عميق ] derin.
âmil (A.) [ 1 [عامل .yapan, işleyen. 2.faktör, etken. 3.vergi memuru. 4.vali.
amîm (A.) [ عميم ] yaygın.
âmîn (A.) [ آمن ] amin.
âminen (A.) [ آمنا ] emin olarak.
âmir (A.) [ آمر ] emreden.
âmirâne (A.-F.) [ آمرانه ] emredercesine.
âmiyâne (A.-F.) [ عاميانه ] bayağı, avamca.
âmm (A.) [ عام ] genel, yaygın.
âmm (A.) [ عام ] yıl.
amm (A.) [ عم ] amca.
ammâ (A.) [ اما ] ama.
ammâba’d (A.) [( امابعد ] maksada gelince.
amme (A.) [ عمه ] hala.
amûd (A.) [ عمود ] direk.
amûden (A.) [ عمودا ] dikine.
amûdî (A.) [ عمودی ] dikey.
âmurziş (F.) [ 1 [آمرزش .bağışlama, affetme.
âmûz (F.) [ 1 [آموز .öğrenen. 2.öğreten.
âmûzgâr (F.) [ آموزگار ] öğretmen.
âmürzgâr (F.) [ آمرزگار ] bağışlayıcı, Tanrı.
âmürziş (F.) [ آمرزش ] bağışlama.
ân (A.) [ آن ] an.
an (A.) [ عن ] –den, -dan.
ân (F.) [ 1 [ان .çoğul eki -ler, -lar. 2.zarf yapan ek -erek, -arak.
ân (F.) [ آن ] alım, cazibe, hava.
an’anât (A.) [ عنعنات ] gelenekler.
an’ane (A.) [ عنعنه ] gelenek.
an’anevî (A.) [ عنعنوی ] geleneksel.
ânân (F.) [ آنان ] onlar.
anâsır (A.) [ عناصر ] unsurlar, elemanlar.
anâsır-ı erba’a [ عناصر اربعه ] dört unsur ateş, hava, su, toprak.
ânât (A.) [ آنات ] anlar.
anbean (A.-F.) [ آن به آن ] her an, gittikçe.
anber (A.) [ عنبر ] amber.
anberbû (A.-F.) [ عنبربو ] amber kokulu.
andelîb (A.) [ عندليب ] bülbül.
âne (F.) [ انه ] gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek.
anh (A.) [ عنه ] ondan.
anhâ (A.) [ عنها ] ondan.
anhâ (F.) [ آنها ] onlar.
ânî (A.-F.) [ 1 [آنی .bir an. 2.derhal.
ânifen (A.) [ 1 [آنفا .az önce, demin. 2.yukarıda.
âniyen (A.) [ آنيا ] bir anda, der hal, o anda.
ankâ (A.) [ عنقا ] zümrütüanka,
ankarîb (A.) [ عن قریب ] yakında, yakından, çok geçmeden.
ankasdin (A.) [ عن قصد ] kasıtlı olarak, bile bile.
ankebût (A.) [ عنکبوت ] örümcek.
ansamîmilkalb (A.) [ عن صميم القلب ] içtenlikle, canügönülden.
anûd (A.) [ عنود ] inatçı.
âr (A.) [ عار ] utanma, ar.
ar’ar (A.) [ 1 [عرعر .anırma. 2.dikenli ardıç.
ârâ (F.) [ آرا ] süsleyen.
ârâ’ (A.) [ آراء ] oylar.
arâ’is (A.) [ عرائس ] gelinler.
arab (A.) [ عرب ] arap
arabî (A.) [ عربی ] arapça.
arak (A.) [ 1 [عرق .ter. 2.rakı.
arakçîn (A.-F.) [ عرقچين ] takke kavuk altı takkesi.
arakdâr (A.-F.) [ عرقدار ] terli.
arakıyye (A.) [ عرقيه ] derviş külahı.
ârâm (F.) [ 1 [آرام .dinlenme. 2.yerleşme.
ârâm etmek yerleşmek
ârâmbahş (F.) [ آرام بخش ] dinlendiren, huzur veren.
ârâmgâh (F.) [ 1 [آرامگاه .dinlenme yeri. 2.mezar.
ârâmiş (F.) [ 1 [آرامش .dinlenme. 2.huzur.
ârâste (F.) [ آراسته ] süslenmiş, süslü.
ârâyiş (F.) [ 1 [آرایش .süs. 2.süslenme.
araz (A.) [ 1 [عرض .işaret, belirti. 2.tesadüf.
arâzî (A.) [ اراضی ] yerler, arazi.
arbede (A.) [ عربده ] kavga.
arbedecû (A.-F.) [ عربده جو ] kavgacı.
ard (F.) [ آرد ] un.
ardbîz (F.) [ آردبيز ] elek.
arefe (A.) [ عرفه ] arife, bayramdan önceki gün.
ârız (A.) [ 1 [عارض .yanak. 2.gelen. 3.engel.
ârızî (A.) [ عارضی ] geçici.
ârî (A.) [ 1 [عاری .çıplak. 2.uzak, uzakta, soyutlanmış.
ârî (F.) [ آری ] evet.
ârif (A.) [ عارف ] bilen, arif, irfan sahibi.
âriyyet (A.) [ عاریت ] ödünç.
arîz (A.) [ عریض ] geniş, genişlemesine.
arman (F.) [ 1 [آرمان .özlem. sıkıntı.
arsa (A.) [ عرصه ] yer, meydan.
arş (A.) [ 1 [عرش .gök. 2.taht. 3.çardak.
arşa (A.) [ عرشه ] güverte.
arûs (A.) [ ] gelin.
arz (A.) [ 1 [ارض .yer. 2.dünya, yeryüzü.
arz (A.) [ 1 [عرض .genişlik, en. 2.enlem.
arz (A.) [ عرض ] sunma, arzetme.
arzan (A.) [ ارضا ] enine, genişliğine.
arzıhâl (A.) [ ارض حال ] dilekçe.
ârzû (F.) [ آرزو ] istek, heves.
asâ (A.) [ 1 [عصا .değnek, sopa. 2.derviş değneği.
âsâ (F.) [ آسا ] gibi.
asab (A.) [ عصب ] sinir.
asabî (A.) [ عصبی ] sinirli.
asabiyülmizac (A.) [ عصبی المزاج ] asabî mizaçlı.
asabiyyet (A.) [ عصبيت ] sinirlilik.
âsaf (A.) [ 1 [آصف .vezir. Hz. Süleyman’ın veziri.
asâkir (A.) [ عساکر ] askerler.
asalet (A.) [ اصالت ] asillik.
asamm (A.) [ اصم ] sağır.
âsân (F.) [ آسان ] kolay.
âsâr (A.) [ 1 [آثار .izler. 2.eserler.
âsâyiş (F.) [ 1 [آسایش .huzur. 2.güvenlik.
âsâyiş berkemâl [ آسایش برکمال ] her yerde huzur hakim.
asdika (A.) [ اصدقا ] gerçek dostlar.
asel (A.) [ عسل ] bal.
ases (A.) [ عسس ] gece bekçisi.
asfer (A.) [ 1 [اصفر .sarı. 2.soluk benizli.
asgar (A.) [ اصغر ] en küçük.
asgarî (A.) [ اصغری ] en az.
ashâb (A.) [ 1 [اصحاب .dostlar, arkadaşlar. 2.sahipler.
âsım (A.) [ 1 [عاصم .günahtan sakınan. 2.iffetli.
asır ba’de asır (A.) [ عصر بعد عصر ] asırlarca, yüzyıllarca.
âsî (A.) [ 1 [عاصی .isyancı. 2.günahkâr.
âsîb (F.) [ آسيب ] felaket, bela, zarar.
asîl (A.) [ 1 [اصيل .sağlam. 2.soylu.
asîlzâde (A.-F.) [ اصيل زاده ] soylu çocuğu, asilzade.
asîr (A.) [ عصير ] özsuyu, usare.
âsitan (F.) [ آستان ] eşik.
âsiyâ (F.) [ آسيا ] değirmen.
âsiyâb (F.) [ آسياب ] değirmen.
asker (A.) [ عسکر ] asker, er.
asl (A.) [ 1 [اصل .asıl. 2.kök. 3.gerçek.
asla (A.) [ اصلا ] hiçbir zaman.
aslî (A.) [ اصلی ] asıl.
aslünesl (A.-F.) [ اصل و نسل ] soy sop.
âsmân (F.) [ آسمان ] gök, gökyüzü.
âsmânî (F.) [ 1 [آسمانی .gökyüzüne ait. 2.melek. 3.açık mavi.
asnâm (A.) [ 1 [اصنام .putlar. 2.dilberler.
asr (A.) [ 1 [عصر .yüzyıl. 2.ikindi vakti.
asrî (A.) [ عصری ] modern.
âstân (F.) [ 1 [آستان .eşik. 2.tekke.
âstâne (F.) [ 1 [آستانه .eşik. 2.başkent. 3.tekke. 4.İstanbul.
âster (F.) [ آستر ] astar.
âstîn (F.) [ آستين ] yen.
âsûde (F.) [ آسوده ] rahat, huzurlu.
âsûdegî (F.) [ آسودگی ] huzur.
âsûdehâtır (F.-A.) [ آسوده خاطر ] gönlü rahat, huzurlu.
âsüman (F.) [ آسمان ] gökyüzü.
âş (F.) [ 1 [آش .yemek. 2.aşûre.
âşâm (F.) [ آشام ] içen.
aşer (A.) [ عشر ] on.
aşere (A.) [ عشره ] onlar.
aşhâne (F.) [ آشخانه ] mutfak.
âşık (A.) [ عاشق ] aşık.
âşıkân (A.-F.) [ عاشقان ] aşıklar.
âşifte (F.) [ 1 [آشفته .perişan. 2.iffetsiz kadın.
âşikâr (F.) [ آشکار ] açık, belli, aşikâr.
âşikâr etmek ortaya çıkarmak, belli etmek.
âşikâr olmak ortaya çıkmak, belli olmak.
âşikâre (F.) [ آشکاره ] açık, belli.
âşina (F.) [ 1 [آشنا .tanıdık, bildik. 2.bilen.
âşir (A.) [ عاشر ] onuncu.
aşîr (A.) [ عشير ] onda bir.
âşiren (A.) [ عاشرا ] onuncusu.
âşiyân (F.) [ 1 [آشيان .yuva. 2.ev.
aşk (A.) [ عشق] [عشق ] aşk.
âşkâr (F.) [ 1 [آشکار .açık, belli, aşikâr.
âşkârâ (F.) [ آشکارا ] açık, belli, aşikâr.
âşnâ (F.) [ آشنا ] tanıdık, dost, aşina.
âşnâyân (F.) [ آشنایان ] tanıdıklar, dostlar.
âşnâyî (F.) [ 1 [آشنایی .dostluk. 2.bilme, haberdarlık.
âşpez (F.) [ آشپز ] aşçı.
aşre (A.) [ عشره ] on.
âşûb (F.) [ 1 [آشوب .kargaşa. 2.karıştırıcı.
âşûbengîz (F.) [ آشوب انگيز ] kargaşa çıkaran.
âşûrâ (A.) [ عاشورا ] aşûre.
âşüfte (F.) [ 1 [آشفته .iffetsiz kadın. 2.perişan.
âşüftedil (F.) [ آشفته دل ] gönlü perişan.
ât (A.) [ ات ] çoğul eki -ler, -lar.
at’ime (A.) [ اطعمه ] taamlar, yiyecekler.
atâ (A.) [ عطاء ] bağış, ihsan, bahşiş.
atâbahş (A.-F.) [ عطا بخش ] bahşiş veren, ihsanda bulunan.
atâlet (A.) [ 1 [عطالت .durgunluk. 2.tembellik.
ataş (A.) [ عطش ] susuzluk.
atâyâ (A.) [ عطایا ] bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
atebât (A.) [ 1 [عتبات .eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.
atebe (A.) [ عتبه ] eşik.
ateh (A.) [ عته ] bunama.
ateh getirmek bunamak.
âteş (F.) [ آتش ] ateş.
âteşbâr (F.) [ آتش بار ] ateş yağdıran.
âteşbâz (F.) [ آتشباز ] fişekçi.
âteşdân (F.) [ 1 [آتشدان .mangal. 2.ocak.
âteşdem (F.) [ آتش دم ] acı sözlü.
âteşefrûz (F.) [ آتش افروز ] ateş yakan.
âteşfâm (F.) [ 1 [آتش فام .ateş rengi. 2.kırmızı.
âteşfeşân (F.) [ آتش فشان ] ateş saçan.
âteşgâh (F.) [ آتشگاه ] ateşkede, ateşperest tapınağı.
âteşgede (F.) [ آتشگده ] ateşkede, ateşperest tapınağı.
âteşgîre (F.) [ 1 [آتش گيره .maşa. 2.çıra.
âteşgûn (F.) [ آتش گون ] ateş rengi, kırmızı.
âteşî (F.) [ 1 [آتشی .ateşli. 2.öfkeli, kızgın. 3.acı, dokunaklı. 4.cehennemlik.
âteşîn (F.) [ 1 [آتشين .ateşli. 2.hararetli.
âteşkâr (F.) [ آتش کار ] külhancı, ateşçi.
âteşmizâc (F.-A.) [ آتش مزاج ] sert mizaçlı.
âteşpâre (F.) [ آتش پاره ] kıvılcım.
âteşperest (F.) [ آتش پرست ] ateşe tapan, ateşperest.
atf (A.) [ 1 [عطف .eğme. 2.bağlaç. 3.çevirme,yöneltme.
atfen (A.) [ عطفا ] atıfta bulunarak,
atfetmek yöneltmek, vermek.
âtıf (A.) [ 1 [عاطف .şefkatli. 2.meyleden. 3.bağlayan.
âtıfet (A.) [ عاطفت ] şefkat gösterme.
âtıfetkâr (A.-F) [ عاطفتکار ] şefkat gösteren, gözeten.
âtıl (A.) [ 1 [عاطل .yararsız. 2.tembel.
âtî (A.) [ 1 [آتی .gelecek.
âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.
atîk (A.) [ 1 [عتيق .eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
atîka (A.) [ 1 [عتيقه .eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
atîkiyyât (A.) [ عتيقيات ] arkeoloji.
âtiye (A.) [ آتيه ] gelecek.
âtiyen (A.) [ 1 [آتيا .gelecekte. 2.aşağıda görüleceği gibi.
âtiyülbeyân (A.) [ آتی البيان ] aşağıda açıklanacak olan.
âtiyüzzikr (A.) [ آتی الذکر ] aşağıda zikredilecek olan.
atiyyât (A.) [ عطيات ] bağışlar, ihsanlar.
atiyye-i seniyye [ عطيهء سنيه ] padişah tarafından verilen hediye.
atlas (A.) [ 1 [اطلس .atlas kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası.
atnâb (A.) [ 1 [اطناب .ipler. 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri.
ats (A.) [ عطس ] hapşırma, aksırma.
atse (A.) [ عطسه ] hapşırık, aksırık.
atş (A.) [ عطش ] susuzluk.
atşân (A.) [ عطشان ] susuz, susamış.
attar (A.) [ عطار ] attar, baharatçı.
attârî (A.-F.) [ 1 [عطاری .attarlık. 2.attar dükkanı.
atûfet (A.) [ عطوفت ] şefkat.
avâid (A.) [ عوائد ] gelirler.
avâkıb (A.) [ 1 [عواقب .sonuçlar. 2.sonlar.
avâlim (A.) [ عوالم ] âlemler, dünyalar.
avâm (A.) [ عوام ] halk tabakası.
avâmil (A.) [ 1 [عوامل .etkenler, faktörler.
avâmpesend (A.-F.) [ عوام پسند ] halkın beğendiği.
avân (A.) [ اوان ] zaman.
âvâre (F.) [ آواره ] aylak.
âvâreser (F.) [ آواره سر ] aylak.
avârız (A.) [ 1 [عوارض .belalar. 2.engeller. 3.geçici vergi.
avârif (A.) [ عوارف ] bilginler, arifler.
âvâz (F.) [ آواز ] ses.
âvâze (F.) [ 1 [آوازه .bağırma. 2.ün.
avdet (A.) [ عودت ] geri dönüş.
avdet etmek dönmek.
avene (A.) [ عونه ] yardakçılar, avene.
âvîze (F.) [ آویزه ] asılı.
avn (A.) [ عون ] yardım.
avrât (A.) [ عورات ] kadınlar.
avret (A.) [ عورت ] kadın.
âyâ (F.) [ آیا ] acaba.
ayân (A.) [ عيان ] açık, belli, aşikâr.
ayâr (A.) [ عيار ] ayar.
âyât (A.) [ آیات ] ayetler.
ayb (A.) [ عيب ] ayıp.
âyet (A.) [ 1 [آیت .ayet. 2.işaret.
âyîn (F.) [ 1 [آیين .tören. 2.ayin. 3.din.
âyine (F.) [ آینه ] ayna.
âyînhân (F.) [ آیين خوان ] ayin okuyan.
ayn (A.) [ 1 [عين .göz. 2.tıpkı. 3.ayın harfi.
aynen (A.) [ عينا ] tıpkı, aynen, olduğu gibi.
ayniyye (A.) [ 1 [عينيه .taşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü.
ayniyyet (A.) [ عينيت ] aynılık.
aynülyakîn (A.) [ عين اليقين ] kesin, kesin bilgi.
ayş (A.) [ عيش ] yaşama, keyif alma, gününü gün etme.
ayyâr (A.) [ 1 [عيار .kurnaz. 2.düzenbaz.
ayyârî (A.-F.) [ 1 [عياری .kurnazlık. 2.düzenbazlık.
azâb (A.) [ عذاب ] azap.
azab (A.) [ عزب ] bekar.
azâbengiz (A.-F.) [ عذاب انگيز ] azap veren.
âzâd (F.) [ آزاد ] özgür.
âzâde (F.) [ آزاده ] özgür.
âzâdî (F.) [ آزادی ] özgürlük.
azamet (A.) [ 1 [عظمت .büyüklük, ululuk. 2.çalım.
âzâr (F.) [ 1 [آزار .incitme. 2.inciten.
azdâd (A.) [ اضداد ] zıtlar, karşıtlar.
âzer (F.) [ 1 [آذر .ateş. 2.Âzer ayı.
âzerâsâ (F.) [ 1 [آذرآسا .ateş gibi. 2.ateş rengi.
azil (A.) [ عزل ] görevden alma.
âzim (A.) [ عازم ] kararlı.
azîm (A.) [ عظيم ] büyük.
azîmet (A.) [ عزیمت ] gitme, yola çıkma.
azimet etmek gitmek.
aziz (A.) [ عزیز ] değerli, saygın.
azîzan (A.-F.) [ عزیزان ] değerliler.
azîze (A.) [ 1 [عزیزه .sevgili. 2.saygın.
azl (A.) [ عزل ] görevden alma.
azm (A.) [ 1 [عزم .azim. 2.niyet.
azm (A.) [ عظم ] kemik.
âzmâyiş (F.) [ آزمایش ] deneme, sınama.
âzmend (F.) [ آزمند ] hırslı.
azrâ (A.) [ عذرا ] bâkire.
azrâil (A.) [ عزدائيل ] Azrail.
azrar (A.) [ اضرار ] zararlar.
azulât (A.) [ عضلات ] adaleler.
âzürde (F.) [ آزرده ] incinmiş, gücenmiş.

B

bâ (F.) [ 1 [با .ile. 2.sahip.
ba’de (A.) [ بعد ] sonra.
ba’dehu (A.) [ بعده ] daha sonra, ondan sonra.
ba’delmîlâd (A.) [ بعدالميلاد ] milattan sonra, İsa’dan sonra.
ba’demâ (A.) [ بعدما ] bundan böyle.
ba’dezin (A.-F.) [ بعدازاین ] bundan sonra, bundan böyle.
ba’s (A.) [ بعث ] diriliş.
ba’süba’delmevt (A.) [ بعث بعد الموت ] ölümden sonra diriliş.
ba’zan (A.) [ بعضا ] bazen, kimi zaman.
bâb (A.) [ 1 [باب .kapı. 2.konu. 3.bölüm.
bâbâ (F.) [ 1 [بابا .baba. 2.ata.
bâbâyâne (F.) [ بابایانه ] babaca, babacan.
bâbûne (F.) [ بابونه ] babuna, papatya.
bâc (F.) [ 1 [باج .haraç. 2.vergi. 3.gümrük vergisi.
bâcgîr (F.) [ باجگير ] vergi memuru.
bâd (F.) [ 1 [باد .rüzgar, yel. 2.defa, kez. 3.yük. 4.olsun.
bâdâm (F.) [ بادام ] badem.
bâdbân (F.) [ بادبان ] yelken.
bâdbedest (F.) [ بادبدست ] eli boş, züğürt.
bâdbîz (F.) [ بادبيز ] yelpaze.
bâde (F.) [ 1 [باده .içki. 2.şarap.
bâdefürûş (F.) [ باده فروش ] meyhaneci.
bâdehâr (F.) [ باده خوار ] içki içen.
bâdekeş (F.) [ باده کش ] şarap içen.
bâdenûş (F.) [ باده نوش ] içki içen.
bâdî (A.) [ بادی ] sebep olan, yol açan.
bâdî olmak sebep olmak, yol açmak.
bâdire (A.) [ بادره ] tehlikeli olay, felaket.
bâdiye (A.) [ بادیه ] çöl.
bâğ (F.) [ باغ ] bahçe, bağ.
bağal (F.) [ بغل ] koltuk.
bâğbân (F.) [ باغبان ] bahçıvan.
bâğçe (F.) [ باغچه ] bahçe.
bağçevan (F.) [ باغچوان ] bahçıvan.
bağteten (A.) [ بغتة ] ansızın, birdenbire.
bâh (A.) [ باه ] cinsel güç.
bahâ (F.) [ بها ] değer, kıymet.
bâhaber (F.-A.) [ باخبر ] haberli, haberdar.
bahâdar (F.) [ بهادار ] kıymetli.
bahâdır (F.) [ بهادر ] yiğit.
bahâne (F.) [ 1 [بهانه .bahane. 2.sebep.
bahânecû (F.) [ بهانه جو ] bahaneci.
bahâr (F.) [ 1 [بهار .ilkbahar. 2.bahar. 3.baharat.
bahârî (F.) [ بهاری ] ilkbahar ile ilgili.
bahâyim (A.) [ بهایم ] dört ayaklı hayvanlar.
bahîl (A.) [ بخيل ] cimri.
bâhired (F.) [ باخرد ] akıllı.
bâhis (A.) [ باحث ] bahseden, söz eden.
bahis (A.) [ 1 [بحث .konu. 2.tartışma.
bahr -i siyâh [ بحر سياه ] Karadeniz.
bahr (A.) [ بحر ] deniz.
bahr -i ahdar [ بحر احضر ] Hint Okyanusu.
bahr -i ahmer [ بحر احمر ] Kızıldeniz.
bahr -i hazer [ بحر خزر ] Hazar Denizi.
bahr -i kulzum [ بحر قلزم ] Kızıldeniz.
bahr -i muhît-i atlasî [ بحر محيط اطلسی ] Atlas Okyanusu.
bahr -i muhît-i kebîr [ بحر محيط کبير ] Büyük Okyanus.
bahr -i mutavassıt [ بحر متوسط ] Akdeniz.
bahs (A.) [ 1 [بحث .konu. 2.tartışma.
bahs edilmek ele alınmak, söz edilmek.
bahs etmek ele almak, söz etmek.
bahş (F.) [ بخش ] bağışlayan.
bahş edilmek 1.bağışlanmak. 2.verilmek.
bahş etmek 1.bağışlamak. 2.vermek.
bahşâyiş (F.) [ 1 [بخشایش .bağışlama. 2.bağış, ihsan.
bahşiş (F.) [ 1 [بخشش .bağış. 2.bahşiş.
baht (F.) [ بخت ] talih.
bahtiyârî (F.) [ بختياری ] bahtiyarlık.
bâhûr (A.) [ باخور ] aşırı sıcak.
bâhusus (F.-A.) [ باخصوص ] hele hele, özellikle.
baîd (A.) [ بعيد ] uzak.
bâis (A.) [ باعث ] yol açan, sebep olan.
bâis olmak yol açmak, sebep olmak.
bâjurnal (F.-Fr.) [ باژورنال ] tutanak ile.
bâk (F.) [ باک ] korku.
bakâyâ (A.) [ بقایا ] geriye kalanlar.
bakıyye (A.) [ بقيه ] geriye kalan, bakiye.
bâkî (A.) [ 1 [باقی .kalıcı, ölümsüz. 2.artan, geri kalan.
bâkir (A.) [ باکر ] el sürülmemiş.
bâkire (A.) [ باکره ] kızoğlan kız.
bâl (F.) [ بال ] kanat.
bâlâ (F.) [ 1 [بالا .yukarı, üst. 2.boy.
bâlâbülend (F.) [ بالابلند ] uzun boylu.
bâlâhâne (F.) [ بالاخانه ] tavan arası, çatı.
bâlâpervaz (F.) [ بالاپرواز ] yükseklerden uçan.
bâliğ (A.) [ 1 [بالغ .erişkin. 2.tutan, varan.
bâliğ olmak 1.erişkin olmak. 2.tutmak, ulaşmak, varmak
bâlîn (F.) [ 1 [بالين .başucu. 2.yastık.
bâliş (F.) [ بالش ] yastık.
bâm (F.) [ بام ] dam, çatı.
bâmazbata (F.-A.) [ بامضبطه ] tutanak ile.
bâmdâd (F.) [ بامداد ] sabah, sabahleyin.
bâmukâvele (F.-A.) [ بامقاوله ] sözleşme ile, sözleşmeli.
bâng (F.) [ 1 [بانگ .ses. 2.haykırış.
bânû (F.) [ 1 [بانو .bayan. 2.büyük hanım.
bâr (F.) [ 1 [بار .yük. 2.defa, kez. 3.Tanrı. 4.meyva. 5.yağdıran.
bâr vermek meyva vermek.
bârân (F.) [ باران ] yağmur.
bârapor (F.-Fr.) [ باراپور ] rapor ile birlikte, raporlu.
bârber (F.) [ باربر ] hamal.
bâre (F.) [ 1 [باره .defa. 2.sur.
bârgâh (F.) [ 1 [بارگاه .yüksek huzur, padişah huzuru. 2.otağ.
bârgîr (F.) [ بارگير ] beygir.
bârî (F.) [ باری ] hiç olmazsa, en azından.
bârid (A.) [ بارد ] soğuk.
bârîk (F.) [ باریک ] ince.
bârika (A.) [ بارقه ] şimşek.
bâriz (A.) [ بارز ] belirgin.
bârû (F.) [ بارو ] burç, hisar burcu.
bârver (F.) [ 1 [بارور .verimli. 2.meyvalı.
basar (A.) [ 1 [بصر .görme. 2.görme yetisi.
basîret (A.) [ بصيرت ] görüş, ileriyi görme gücü.
basît (A.) [ 1 [بسيط .sade. 2.kolay.
bast (A.) [ بسط ] yayma.
batâet (A.) [ بطائت ] ağırlık, yavaşlık.
bâtakrîr (F.-A.) [ باتقریر ] rapor halinde.
bâtıl (A.) [ 1 [باطل .hükümsüz. 2.boş.
batın (A.) [ 1 [بطن .karın. 2.kuşak, nesil.
bâtınen (A.) [ باطنا ] işin iç yüzünde.
batî (A.) [ بطی ] ağır, yavaş.
batn (A.) [ 1 [بطن .karın. 2.kuşak, nesil.
batt (A.) [ بط ] kaz.
battal (A.) [ 1 [بطال .yiğit. 2.köhnemiş. 3.hantal.
bâvekar (F.-A.) [ باوقار ] ağırbaşlı.
bâyi (A.) [ بایع ] satıcı.
bayrakdâr (A.-F.) [ بيدقدار ] bayraktar, sancaktar.
baytâr (A.) [ بيطار ] veteriner.
bâz (F.) [ 1 [باز .tekrar. 2.açık. 3.doğan.
bazargâh (F.) [ بازارگاه ] pazar yeri.
bazen (A.) [ بعضا ] kimi zaman
bazı (A.) [ بعض ] kimi.
bâzî (F.) [ بازی ] oyun.
bâzîçe (F.) [ بازیچه ] oyuncak.
bâzû (F.) [ 1 [بازو .kol. 2.güç.
be’s (A.) [ بأس ] zarar, kötü yan.
bebr (F.) [ ببر ] kaplan.
becâ (F.) [ بجا ] yerinde.
becâyiş (F.) [ بجایش ] yer değişimi.
beççe (F.) [ 1 [بچه .çocuk. 2.yavru.
bed (F.) [ بد ] kötü.
bed’ etmek başlamak.
bedahd (F.-A.) [ بدعهد ] sözünde durmayan.
bedâheten (A.) [ بداهة ] düşünmeden.
bedahlâk (F.-A.) [ بداخلاق ] ahlaksız.
bedâvâz (F.) [ بدآواز ] kötü sesli.
bedâvet (A.) [ 1 [بداوت .göçebelik. 2.bedevîlik.
bedâyi’ (A.) [ بدایع ] yeni ve güzel şeyler.
bedbaht (F.) [ بدبخت ] tahilsiz.
bedbaht etmek mutsuz etmek.
bedbîn (F.) [ بدبين ] kötümser, karamsar.
bedbû (F.) [ بدبو ] kötü kokulu.
bedcins (F.-A.) [ بدجنس ] kötü cinsli, cinsi bozuk.
bedçeşm (F.) [ بدچشم ] kötü gözlü.
beddil (F.) [ بددل ] ödlek.
bedduâ (F.-A.) [ بددعا ] ilenç.
bedelât (A.) [ بدلات ] bedeller.
bedendîş (F.) [ بداندیش ] kötü düşünceli.
bedenen (A.) [ بدنا ] vücutça.
bedestân (F.) [ بزستان ] bedesten.
bedevî (A.) [ بدوی ] çöl arabı.
bedeviyyet (A.) [ 1 [بدویت .göçebelik. 2.bedevîlik.
bedfercâm (F.) [ بدفرجام ] kötü sonlu.
bedgû (F.) [ بدگو ] dedikoducu.
bedgüher (F.) [ بدگهر ] kalbi bozuk, mayası bozuk.
bedhâh (F.) [ بدخواه ] birinin kötülüğünü isteyen, kötü niyetli.
bedhû (F.) [ بدخو ] huysuz, kötü huylu.
bedî’ (A.) [ بدیع ] güzel, yepyeni.
bedîa (A.) [ بدیعه ] yepyeni şey.
bedîhe (A.) [ بدیهه ] düşünmeden.
bedîhî (A.) [ بدیهی ] kuşkusuz.
bedkâr (F.) [ بدکار ] kötü hareketli.
bedlikâ (F.-A.) [ بدلقا ] çirkin.
bedmâye (F.) [ بدمایه ] mayası bozuk.
bedmest (F.) [ بدمست ] içip içip dağıtan.
bedmestî (F.) [ بدمستی ] içip içip dağıtma.
bedmestlik (F.-T.) [ed+mes] içip içip dağıtma.
bedmestlik etmek içip için dağıtmak.
bedmihr (F.) [ بدمهر ] sevgisiz.
bednâm (F.) [ بدنام ] adı kötüye çıkmış.
bednigâh (F.) [ بدنگاه ] kötü gözlü, kötü bakışlı.
bednihâd (F.) [ بدنهاد ] kötü yaratılışlı, soysuz.
bedr (A.) [ بدر ] dolunay.
bedre (A.) [ بدره ] para kesesi.
bedreftâr (F.) [ بدرفتار ] kötü davranışlı.
bedreka (F.) [ 1 [بدرقه .uğurlama, yolcu etme. 2.kılavuz.
bedrûd (F.) [ بدرود ] veda.
bedsigâl (F.) [ بدسگال ] kötü düşünceli.
bedsîret (F.-A.) [ بدسيرت ] ahlaksız.
bedsirişt (F.) [ بدسرشت ] kötü yaratılışlı, mayası bozuk.
bedter (F.) [ بدتر ] daha kötü, beter.
bedtıynet (F.-A.) [ بدطينت ] tıynetsiz, karaktersiz.
bedzebân (F.) [ بدزبان ] ağzı bozuk.
bedzehre (F.) [ بدزهره ] ödlek.
begâyet (F.-A.) [ بغایت ] çok, son derece.
behâ (F.) [ بها ] değer, kıymet.
behbûd (F.) [ بهبود ] sağlık.
behcet (A.) [ 1 [بهجت .sevinç. 2.güzellik.
behem (F.) [ بهم ] birlikte, beraber.
behemehâl (F.-A.) [ بهه حال ] her halükârda, mutlaka, ne olursa olsun.
beher (F.) [ بهر ] her, her biri.
behic (A.) [ بهيج ] güleryüzlü.
behîmî (A.) [ بهيمی ] hayvanî.
behîmiyyet (A.) [ بهيميت ] hayvanlık.
behişt (F.) [ بهشت ] cennet.
behiştî (F.) [ بهشتی ] cennetlik.
behiyye (A.) [ بهيه ] güzel.
behmân (F.) [ بهمان ] falan, filan.
behre (F.) [ بهره ] nasip.
behremend (F.) [ 1 [بهرمند .hisse sahibi. 2.yararlanan.
beht (A.) [ بهت ] şaşkınlık.
behte uğramak şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak.
bekâ (A.) [ بقا ] kalıcılık.
bekâm (F.) [ بکام ] muradına ermiş.
bekâm olmak muradına ermek.
bekâya (A.) [ بقایا ] geriye kalanlar; kalıntılar.
bekrî (A.) [ بکری ] içki düşkünü.
beksimat (F.) [ بکسمات ] peksimet.
bel (A.) [ بل ] belki.
bel’ (A.) [ 1 [بلع .yutma. 2.yutulma.
bel’ edilmek yutulmak.
bel’ etmek yutmak.
belâ (A.) [ بلا ] felaket, musibet.
belâ (A.) [ بلی ] evet.
belâdet (A.) [ بلادت ] dangalaklık.
belâdîde (A.-F.) [ بلادیده ] belaya uğramış.
belâgat (A.) [ بلاغت ] kusursuz söz söyleme
belâhet (A.) [ بلاهت ] eblehlik.
belâyâ (A.) [ بلایا ] belalar.
belde (A.) [ 1 [بلده .kent. 2.diyar, memleket.
beled (A.) [ 1 [بلد .kent. 2.memleket.
beledî (A.) [ بلدی ] kentli.
belediyye (A.) [ بلدیه ] belediye.
belî (A.) [ بلی ] evet.
belîğ (A.) [ 1 [بليغ .fasih konuşan. 2.fasih, düzgün.
beliyyât (A.) [ بليات ] belalar.
belki (F.-A.) [ بلکه ] olabilir, belki.
belût (A.) [ 1 [بلوط .pelit, palamut. 2.meşe.
benâdir (A.benâm (F.) [ 1 [بنام .ünlü. 2.adında.
benân (A.) [ 1 [بنان .parmaklar. 2.parmak uçları.
benât (A.) [ بنات ] kızlar.
bend (F.) [ 1 [بند .bağ. 2.zincir. 3.boğum. 4.bend, fıkra. 4.baraj, su bendi.
bend olmak bağlanmak.
bende (F.) [ 1 [بنده .kul. 2.köle.
bendegân (F.) [ 1 [بندگان .kullar. 2.köleler.
bendegî (F.) [ 1 [بندگی .kulluk. 2.kölelik.
bendehâne (F.) [ بنده خانه ] benim evim.
bender (F.) [ بندر ] liman.
bendergâh (F.) [ بندرگاه ] rıhtım.
bendezâde (F.) [ 1 [بنده زاده .köle çocuğu. 2.benim çocuğum.
benefşe (F.) [ بنفشه ] menekşe.
benefşî (F.) [ بنفشی ] mor.
beng (F.) [ بنگ ] esrar.
bengî (F.) [ بنگی ] esrarkeş.
benî (A.) [ بنی ] oğullar.
benîâdem [ بنی آدم ] insanlar, Adem oğulları.
benîisrâîl ı [ بنی اسرائيل ] İsrailoğulları.
bennâ (A.) [ بناء ] yapı ustası.
benû (A.) [ بنو ] oğullar.
ber (F.) [ 1 [بر .üzeri. 2.üzere. 3.göğüs. 4.meyva.
berâ’et (A.) [ برائت ] aklanma.
berâ’et etmek aklanmak.
berâber (F.) [ 1 [برابر .birlikte. 2.eşit.
berâberî (F.) [ 1 [برابری .birliktelik. 2.eşitlik.
berâhîn (A.) [ براهين ] deliller, kanıtlar.
berâyı (F.) [ برای ] için.
berâyı malûmât [ برای معلومات ] bilgi edinmek için, bilgi vermek için, bilgi sahibi
olmak için.
berbâd (F.) [ 1 [برباد .mahvolmuş. 2.kötü, pis, berbat.
bercâ (F.) [ برجا ] yerinde, uygun.
berceste (F.) [ برجسته ] seçkin, seçme.
berd (A.) [ برد ] soğuk.
berde (F.) [ برده ] köle.
berdevâm (F.-A.) [ بردوام ] sürekli, devam eden.
berdülacuz (A.) [ بردالعجوز ] kocakarı soğuğu.
bere (F.) [ بره ] kuzu.
berehne (F.) [ برهنه ] çıplak.
berekât (A.) [ برکات ] bereketler.
bereket (A.) [ 1 [برکت .bolluk. 2.uğur.
berevât (A.) [ بروات ] beratlar.
berf (F.) [ برف ] kar.
berfîn (F.) [ برفين ] karlı.
berg (F.) [ برگ ] yaprak.
bergüzâr (F.) [ برگذار ] hatıra, hediye, yadigâr.
berhâne (F.) [ برخانه ] harap vaziyetteki ev.
berhayât (F.-A.) [ برحيات ] hayatta olan, sağ.
berhayât bulunmak yaşamak, hayatta olmak.
berhürdâr (F.) [ برخوردار ] mutlu, muradına ermiş.
berî (A.) [ بری ] arınmış, temiz, uzak.
berîd (A.) [ 1 [برید .ulak. 2.postacı.
berîn (F.) [ برین ] yüksek, yüce.
berk (A.) [ برق ] şimşek.
berkarâr (F.-A.) [ برقرار ] yerinde duran, karar eden.
berkarâr olmak devam etmek, kalmak.
berkemâl (F.-A.) [ بزکمال ] en iyi şekilde, mükemmel.
bermâh (F.) [ برماه ] matkap, burgu.
bermu’tâd (F.-A.) [ برمعتاد ] alışıldığı gibi, mutâd olduğu üzere.
bermûcib-i (F.-A.) [ برموجب ] uyarınca, gereğince.
bernâ (F.) [ برنا ] genç.
berpâ (F.) [ برپا ] ayakta.
berr (A.) [ 1 [بر .toprak. 2.kara. 3.kıta.
berrak (A.) [ براق ] duru.
berren (A.) [ برا ] kara yolu ile.
berrî (A.) [ بری ] kara ile ilgili.
bersâbık (F.-A.) [ برسابق ] eskiden olduğu gibi.
bertaraf (F.-A.) [ 1 [برطرف .bir yana. 2.giderilmiş.
bertaraf etmek gidermek.
bertaraf olmak giderilmek.
berter (F.) [ برتر ] daha üstün.
berterîn (F.) [ برترین ] en üstün.
bervech-i (F.-A.) [ بروجه ] gibi.
berzah (A.) [ 1 [برزخ .cehennem. 2.dil, kara uzantısı. 3.sorun, dert.
berzger (F.) [ برزگر ] çiftçi.
bes (F.) [ 1 [بس .yeterli. 2.çok.
besâ (F.) [ بسا ] nice.
besâtîn (A.) [ بساتين ] bahçeler.
besend (F.) [ بسند ] yeterli.
besende (F.) [ بسنده ] yeterli.
beserüçeşm (F.) [ بسر و چشم ] başüstüne, başım gözüm üstüne.
besî (F.) [ بسی ] birçok.
besîm (A.) [ بسيم ] güleç.
beste (F.) [ 1 [بسته .kapalı. 2.beste.
bestekâr (F.) [ بسته کار ] besteci.
bestenigâr (F.) [ بسته نگار ] Türk mûsikîsinde bir makam adı.
beşâret (A.) [ بشارت ] müjde.
beşer (A.) [ 1 [بشر .insan. 2.insanlık.
beşere (A.) [ بشره ] deri, dış deri.
beşerî (A.) [ بشری ] insanlıkla ilgili, insanî.
beşeriyyât (A.) [ بشریات ] antropoloji.
beşeriyyet (A.) [ بشریت ] insanlık.
beşîr (A.) [ بشير ] müjdeci.
beşûş (A.) [ بشوش ] güleç.
beşûşâne (A.-F.) [ بشوشانه ] güleryüzle.
betâet (A.) [ بطائت ] ağırlık, yavaşlık.
beter (F.) [ بدتر ] daha kötü, beter, şiddetli.
bevl (A.) [ 1 [بول .idrar. 2.işeme.
bevlî (A.) [ بولی ] idrar ile ilgili.
bevliyye (A.) [ بوليه ] üroloji.
bevvâb (A.) [ بواب ] kapıcı.
bevvâbîn (A.) [ بوابين ] kapıcılar.
bey’ (A.) [ بيع ] satış.
beyâbân (F.) [ بيابان ] çöl.
beyân (A.) [ بيان ] açıklama, ifade etme, dile getirme.
beyân edilmek açıklanmak, dile getirilmek.
beyân etmek açıklamak, dile getirmek.
beyânât (A.) [ بيانات ] açıklamalar, demeç.
beyânnâme (A.-F.) [ بيان نامه ] bildirge.
beyâz (A.) [ بياض ] ak, beyaz.
beyhûde (F.) [ بيهوده ] boş, boşuna.
beyn (A.) [ بين ] ara, orta.
beynelmilel (A.) [ بين الملل ] uluslararası.
beyn-i (A.-F.) [ بين ] arasında, ortasında.
beynülmilel (A.) [ بين الملل ] uluslararası.
beyt (A.) [ 1 [بيت .ev. 2.konut. 3.beyit.
beytâr (A.) [ بيطار ] veteriner.
beytullah (A.) [ بيت الله ] Kâbe.
beytûtet (A.) [ بيتوتت ] geceleme.
beytülmal (A.) [ بيت المال ] hazine, maliye hazinesi.
beyzâ (A.) [ بيضا ] bembeyaz, çok beyaz.
beyze (A.) [ 1 [بيضه .yumurta. 2.husye.
beyzî (A.) [ بيضی ] oval.
beze (F.) [ 1 [بزه .günah. 2.suç.
bezekâr (F.) [ 1 [بزه کار .günahkar. 2.suçlu.
bezir (A.) [ بذر ] tohum.
bezirgân (F.) [ بازرگان ] tüccar.
bezistân (A.-F.) [ بزستان ] bedesten.
bezle (A.) [ بذله ] şaka, latife.
bezlegû (A.-F.) [ بذله گو ] şakacı.
bezm (F.) [ 1 [بزم .eğlence meclisi. 2.içki meclisi.
bezmgâh (F.) [ بزمگاه ] eğlence yeri, eğlence meclisi.
bezzaz (A.) [ بزبز ] manifaturacı, kumaşçı.
bi’r (A.) [ بئر ] kuyu.
bi’set (A.) [ بئثت ] gönderiliş, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi.
bîaman (F.) [ بی امان ] amansız.
bîâr (F.-A.) [ بی عار ] arsız.
bîbahâ (F.) [ بی بها ] çok değerli, paha biçilmez.
bîbedel (F.-A.) [ بی بدل ] eşsiz, benzersiz.
bîbehre (F.) [ بی بهره ] nasipsiz.
bîcâ (F.) [ بيجا ] yersiz.
bîcan (F.) [ بی جان ] cansız.
bîçâre (F.) [ 1 [بيچاره .çaresiz. 2.zavallı.
bîçâregân (F.) [ 1 [بيچارگان .çaresizler. 2.zavallılar.
bîçunuçirâ (F.) [ 1 [بی چون و چرا .sorgusuz sualsiz. 2.Tanrı.
bîd (F.) [ بيد ] söğüt.
bid’at (A.) [ 1 [بدعت .sonradan ortaya çıkma. 2.dinde yeni getirilmiş şey.
bîdâd (F.) [ بيداد ] zulüm.
bîdâdger (F.) [ بيدادگر ] zalim.
bîdâr (F.) [ بيدار ] uyanık.
bîdârbaht (F.) [ بيداربخت ] talihli.
bidâyet (A.) [ بدایت ] başlangıç.
bidâyette (A.-T.) [d] başlangıçta.
bîd-i mecnûn [ بيد مجنون ] salkımsöğüt.
bîdil (F.) [ بيدل ] aşık.
bîdin (F.-A.) [ بی دین ] dinsiz.
bîedeb (F.-A.) [ بی ادب ] terbiyesiz, edepsiz.
bîeman (F.) [ بی امان ] amansız.
bîendişe (F.) [ بی اندیشه ] düşünmeyen, umursamayan.
bîgâne (F.) [ بيگانه ] yabancı.
bîgüman (F.) [ بی گمان ] kuşkusuz.
bîgünah (F.) [ 1 [بی گناه .günahsız. 2.suçsuz.
bîh (F.) [ بيخ ] kök.
bîhaber (F.-A.) [ بی خبر ] habersiz.
bîhadd (F.-A.) [ بی حد ] sınırsız.
bihakkın (A.) [ بحق ] hakkıyla, hak ederek.
bihamdillah (A.) [ بحمدالله ] Allah’a şükürler olsun.
bihâr (A.) [ بحار ] denizler.
bîhareket (F.-A.) [ بی حرکت ] hareketsiz.
bîhâsıl (F.-A.) [ بی حاصل ] sonuçsuz.
bîhayâ (F.-A.) [ بی حيا ] utanmaz, hayasız.
bîhayat (F.-A.) [ بی حيات ] cansız, yaşamayan.
bihâzelemr (A.) [ بهذا الامر ] buna göre, bu durumda, böylelikle.
bihbûd (F.) [ بهبود ] sağlık.
bîhemtâ (F.) [ بی همتا ] benzersiz.
bîhesâb (F.-A.) [ بی حساب ] hesapsız, sonsuz.
bîhiss (F.-A.) [ بی حس ] hissiz, duygusuz.
bihişt (F.) [ بهشت ] cennet.
bîhod (F.) [ 1 [بيخود .baygın. 2.kendine olmama, kendinden geçme.
bihter (F.) [ بهتر ] daha iyi.
bîhude (F.) [ بيهده ] boşuna, beyhude.
bîinsâf (F.-A.) [ بی انصاف ] insafsız.
bîkâr (F.) [ 1 [بيکار .işsiz. 2.bekar.
bîkarâr (F.-A.) [ بی قرار ] kararsız.
bikr (A.) [ 1 [بکر .el sürülmemiş. 2.yepyeni, orijinal.
bîl (F.) [ بيل ] bel.
bilâd (A.) [ 1 [بلاد .beldeler. 2.memleketler.
bilâfâsıla (A.) [ بلافاصله ] aralıksız, kesintisiz.
bilâhareket (A.) [ بلاحرکت ] hareketsiz, hareket etmeden.
bilâhere (A.) [ 1 [بالآخره .sonradan. 2.sonunda, nihayet.
bilâinkıtâ (A.) [ بلاانقطاع ] kesintisiz, aralıksız.
bilâkayt (A.) [ بلاقيد ] kayıtsız şartsız, kesin.
bilakis (A.) [ بالعکس ] aksine, tersine.
bilâmâni’a (A.) [ بلامانعه ] engelsiz
bilâmazeret (A.) [ بلامعذرت ] mazeretsiz, özür bildirmeksizin.
bilâmerhamet (A.) [ بلامرحمت ] acımasızca.
bilâmühlet (A.) [ بلامهلت ] zaman tanımadan, süre vermeden.
bilâpervâ (A.-F.) [ بلاپروا ] korkusuzca.
bilâşikâyet (A.) [ بلاشکایت ] şikayet etmeden.
bilâte’ehhür (A.) [ بلاتأخر ] gecikmeden.
bilâtefrik (A.) [ بلاتفریق ] hiçbir ayırım gözetmeksizin.
bilâtehlike (A.) [ بلاتهلکه ] tehlikesizce.
bilâteminat (A.) [ بلاتأمينات ] güvencesiz, teminatsız.
bilâücret (A.) [ بلاأجرت ] parasız, ücretsiz.
bilcümle (A.) [ بالجمله ] tümüyle.
bilfarz (A.) [ بالفرض ] diyelim ki.
bilfiil (A.) [ بالفعل ] gerçekten, yaparak, katılarak, bizzat.
bilhassa (A.) [ بالخاصه ] özellikle, hele hele.
biliktizâ (A.) [ بالاقتضا ] gerektiğinden.
bililtizâm (A.) [ بالالتزام ] bilerek, bile bile.
bilistifade (A.) [ بالاستفاده ] yararlanarak, istifade ederek.
bilistihsâl (A.) [ بالاستحصال ] alarak, elde ederek.
biliştirâk (A.) [ بالاشتراک ] katılarak.
billûr (A.) [ بلور ] kristal.
bilmecbûriye (A.) [ بالمجبئریه ] zorunlu olarak, mecburen.
bilmukabele (A.) [ بالمقابله ] karşılığında, aynen, mukabele ederek, mukâbil olarak.
bilmünâsebe (A.) [ بالمناسبه ] bir münasebetle, sırası geldiğinde.
bilmünâvebe (A.) [ بالمناوبه ] dönüşümlü.
bilmüzakere (A.) [ بالمذاکره ] görüşülerek.
bilumum (A.) [ بالعموم ] tüm, bütün.
bilvâsıta (A.) [ بالواسطه ] dolaylı olarak.
bîm (F.) [ بيم ] korku.
bîma’nâ (F.-A.) [ بی معنی ] anlamsız.
bîmâr (F.) [ بيمار ] hasta.
bîmârân (F.) [ بيماران ] hastalar.
bîmecâl (F.-A.) [ بی مجال ] takatsiz, dermansız.
bîmekân (F.-A.) [ 1 [بی مکان .yersiz. 2.aylak.
bîmerhamet (F.-A.) [ بی مرحمت ] acımasız.
bîmeze (F.) [ بی مزه ] lezzetsiz, tatsız.
bîmihr (F.) [ بی مهر ] sevgisiz, şefkatsiz.
bîmisâl (F.-A.) [ بی مثال ] benzersiz.
bîmuhâbâ (F.-A.) [ بی محابا ] çekinmeden.
bîmübâlât (F.-A.) [ بی مبالات ] kayıtsız, umursamaz.
bîmürüvvet (F.-A.) [ بی مروت ] mürüvvetsiz.
bin (A.) [ بن ] oğul.
binâ (A.) [ بناء ] yapı.
bînâ (F.) [ بينا ] gören, iyi gören.
binâberin (A.-F.) [ بنابرین ] bundan dolayı, buna dayanarak.
binâen (A.) [ بناء ] dayanarak, göre.
binâenaleyh (A.) [ بناء عليه ] bu yüzden, bundan dolayı.
bînâm (F.) [ بينام ] adsız, tanınmamış.
bînamaz (F.) [ بی نماز ] beynamaz.
bînasîb (F.-A.) [ بی نصيب ] nasipsiz, kısmetsiz.
bînazîr (F.-A.) [ بی نظير ] benzersiz.
bînemek (F.) [ بی نمک ] tuzsuz.
bînevâ (F.) [ 1 [بينوا .zavallı. 2.yoksul.
bînî (F.) [ بينی ] burun.
bînihaye (F.-A.) [ بی نهایه ] sonsuz, bitmez tükenmez.
binnetice (A.) [ بالنتيجه ] sonuçta, sonuç olarak.
binnisbe (A.) [ بالنسبه ] bir dereceye kadar, nispeten.
bint (A.) [ بنت ] kız.
bîpâyân (F.) [ بی پایان ] sonsuz.
bîpervâ (F.) [ 1 [بی پروا .korkusuz. 2.çekinmeden.
bir gûna (T.-F.) [ ] hiçbir, herhangi bir.
bir nevi (T.-A.) [ ] adeta, bir bakıma.
birâder (F.) [ برادر ] erkek kardeş.
bîrahm (F.-A.) [ بی رحم ] merhametsiz, acımasız.
bîrayb (F.-A.) [ بی ریب ] kuşkusuz.
birinc (F.) [ برنج ] pirinç.
birişte (F.) [ برشته ] kavrulmuş.
bîrûn (F.) [ 1 [بيرون .dış. 2.dışarı.
biryân (F.) [ بریان ] kebap.
bisât (A.) [ بساط ] yaygı.
bîsebat (F.-A.) [ بی ثبات ] dayanıksız.
bîsebeb (F.-A.) [ بی سبب ] dayanıksız.
bîser (F.) [ بی سر ] başsız.
bîst (F.) [ بيست ] yirmi.
bister (F.) [ بستر ] yatak.
bîsûd (F.) [ بی سود ] yararsız.
bisyâr (F.) [ بسيار ] çok.
bîşe (F.) [ بيشه ] orman.
bîşerm (F.) [ بی شرم ] orman.
bîşuur (F.-A.) [ بی شعور ] bilinçsiz.
bîşübhe (F.-A.) [ بی شبهه ] kuşkusuz, şüphesiz.
bîşümâr (F.) [ بی شمار ] sayısız.
bîtâb (F.-A.) [ بيتاب ] yorgun, takatsiz.
bîtâb kalmak bitkin düşmek.
bîtâbane (F.) [ بيتابانه ] bitkince.
bitamâmihâ (A.) [ بتمامها ] tümüyle, tamamen.
bîtaraf (F.-A.) [ بی طرف ] tarafsız.
bîtarafâne (F.-A.) [ بی طرفانه ] tarafsızca, yan tutmadan.
bittab’ (A.) [ بالطبع ] doğal olarak.
bittafsîl (A.) [ بالتفصيل ] ayrıntılı olarak, uzun uzadıya.
bittamâm (A.) [ بالتمام ] tümüyle.
bîve (F.) [ بيوه ] dul.
bîvefâ (F.-A.) [ بی وفا ] vefasız.
bîvezen (F.) [ بيوه زن ] dul kadın.
bîzâr (F.) [ بيزار ] bıkmış, usanmış.
bîzâr olmak bıkmak, usanmak.
bizâtihi (A.) [ بذاته ] kendiliğinden.
bizzarûre (A.) [ بالضروره ] zorunlu olarak.
bostân (F.) [ بوستان ] bahçe.
bû (F.) [ بو ] koku.
bu’d (A.) [ 1 [بعد .uzaklık. 2.boyut.
bu’diyet (A.) [ بعدیت ] uzaklık, mesafe.
bûd (F.) [ بود ] varlık.
buğrâ (F.) [ بغرا ] turna.
buhalâ (A.) [ بخلا ] cimriler.
buhâr (A.) [ بخار ] buğu, buhar.
buhl (A.) [ بخل ] cimrilik.
buhrân (A.) [ بحران ] bunalım, kriz.
buht (A.) [ بهت ] şaşkınlık.
buhûr (F.) [ بخور ] tütsü.
buhurdan (F.) [ بخوردان ] tütsülük, tütsü kabı.
buk’a (A.) [ 1[بقعه .yer, diyar. 2.ülke.
buk’avî (A.) [ بقعوی ] yerel.
bûm (F.) [ 1 [بوم .yer. 2.ülke.
bûm (F.) [ بوم ] baykuş.
bûmehen (F.) [ بومهن ] deprem.
bundan mâada (T.-A.) [dan+m] bundan başka, bunun yanısıra.
bûr (F.) [ بور ] kumral.
burc (A.) [ 1 [برج .burç. 2.yıldız kümesi.
burhan (A.) [ برهان ] kanıt, delil.
bûriya (F.) [ بوریا ] hasır.
burûc (A.) [ بروج ] burçlar.
burûdet (A.) [ برودت ] soğukluk.
bûs etmek öpmek.
bûse (F.) [ بوسه ] öpücük.
bûstân (F.) [ بوستان ] bahçe.
bûte (F.) [ 1 [بوته .çalı çırpı. 2.pota.
bûtimar (F.) [ بوتيمار ] balıkçıl, botimar.
butlân (A.) [ 1 [بطلان .boşluk, anlamsızlık. 2.yalan.
butûn (A.) [ 1 [بطون .karınlar. 2.kuşaklar, nesiller.
bûy (F.) [ بوی ] koku.
bûydâr (F.) [ بویدار ] kokulu.
bûzîne (F.) [ بوزینه ] maymun.
bühtân (A.) [ بهتان ] iftira.
bühtân etmek iftira etmek.
bükâ (A.) [ بکاء ] ağlama.
bülaceb (A.) [ بوالعجب ] şaşılacak şey.
büldân (A.) [ بلدان ] beldeler, diyarlar, ülkeler.
büleğâ (A.) [ بلغاء ] belagat sahipleri.
bülend (F.) [ 1 [بلند .yüksek. 2.yüce.
bülendbâlâ (F.) [ بلندبالا ] uzun boylu.
bülendpervâz (F.) [ 1 [بلندپرواز .yükseklerden uçan. 2.şerefli.
bülheves (A.) [ بوالهوس ] maymun iştahlı.
bülûğ (A.) [ بلوغ ] erginlik.
bün (F.) [ 1 [بن .kök. 2.dip. 3.temel.
bünyâd (F.) [ 1 [بنياد .temel, kök. 2.yapı, bina.
bünye (A.) [ بنيه ] yapı.
bünyeviyat (A.) [ بنيویات ] bünye ile ilgili bilim dalı, morfoloji.
bürdbâr (F.) [ بردبار ] sabırlı.
bürde (A.) [ برده ] hırka.
bürhân (A.) [ برهان ] kanıt.
bürîde (F.) [ بریده ] kesik.
bürka (A.) [ برقع ] peçe.
bürnâ (F.) [ برنا ] genç.
bürrân (F.) [ بران ] keskin.
bürûdet (A.) [ برودت ] soğukluk.
bürûz (A.) [ بروز ] ortaya çıkma.
büstân (F.) [ بستان ] bahçe.
büşrâ (A.) [ بشرا ] müjde.
büt (F.) [ بت ] put.
büthâne (F.) [ بت خانه ] puthane.
bütperest (F.) [ بت پرست ] putperest, puta tapan.
bütûn (A.) [ 1 [بطون .karınlar. 2.kuşaklar, nesiller.
büyût (A.) [ 1 [بيوت .evler. 2.beyitler.
büz (F.) [ بز ] keçi.
büzdil (F.) [ بزدل ] ödlek.
büzûr (A.) [ بذور ] tohumlar.
büzürg (F.) [ 1 [بزرگ .büyük. 2.ulu.
büzürgân (F.) [ 1 [بزرگان .büyükler. 2.ulular.
büzürgzâde (F.) [ بزرگ زاده ] seçkin kişinin çocuğu, asilzade, kişizade.